Üç,
dört, beş, altı, sekiz ve çokluğu artırılabilir kenar sayısına sahip bilumum
geometrik genin kıyısında saplanıp kalmış olmamız, biyolojik genimize işlenmiş
bir kayıttan mıydı, bilinmez… Ama nazeninlik payesinin zatlarımıza kolay teslim
edilmeyeceği gerçeği, nispeten gölgesinden sebeplenebildiğimiz ağacın meyvesinden
uzak tutulmamızdan belliydi.
a – Büyüyünce ne olacaksın ufaklık?
b – Doktor.
a – Ya sen?
c – Avukat.
d – Olabilirler mi sence?
a – Mümkünü yok. Ama memleketin
hastabakıcı ve mübaşire de ihtiyacı var.
İşin
ilginç tarafı; en başta hayallerimizi çalanların, engel koyanların, “oluru” doğuştan kapmış asillerden ziyade,
içimizden birileri olmasıydı. İnsanların kaynatıldığı kazandan, tırmanmak
suretiyle kurtulmaya yaklaşan kişinin diğerleri tarafından tekrar aşağı
çekilmesini anlatan fıkradaki gibi. Ezginliğimiz, unutulmaz repliklerle kazındı
beynimize.
“Biz ayrı dünyaların
insanıyız. Ben fakir bir gencim, sen ise zengin bir fabrikatörün kızısın.”
Neyse
ki en nadide çiçeğin; çiçek pürüzsüzlüğüne sahip ellerde değil, toprakla
uğraşan bahçıvanın çatlayan ellerinde hayat bulduğu gerçeğini fark edenler
lüzumsuz balataları söküp attılar. Kendine engel koyma hastalığının da aşısı bulunmuş
oldu böylece.
“Hatırlar mısınız bir zamanlar fakir ama gururlu bir genç vardı?”
Kendi
başına bir yazı olacak içeriğe sahip olsa da belirtmek gerekir ki; arenada cenk
etme cesaretine kavuşan alatenler, şikeci gladyatörleri hezimete uğratmaya
başlayınca tepki ayyuka çıktı. Dilim sayısının azalması ve incelmesi
rahatsızlık verse de, kimileri zoru başardılar.
Aileden
gelme gelenek üzere ticarete devam edenler; düne kadar talepkâr olanların,
ihtiyacın ne olduğunu bilerek piyasaya girmesiyle…
“Üstlendiğin vazife çok mühim Kemal, bu görevi layıkıyla yapacağından
eminim.”
Siyasi
saltanat sahipleri; halkın, içinden
çıkanlara şans vermesiyle…
“Onlar ortak, biz pazar oluruz, bunu kabul etmeyiz.”
Sanatın
ve sanatçılığın genlerinden gelme bir miras olduğuna inananlar; Allah vergisi
yetenekleriyle sahneye çıkanların kendini kabullendirip başarılı olmasıyla
şaşkınlığa ve bozgunluğa uğradı.
“Ben kör bir gencim, hayatimi keman çalarak kazanırım. Rica ederim duygularımla
oynamayın.”
Kırsal
alan ve varoş sakinleri, kendilerine biçilen rollerin kaderleri olmadığını
anladığında kurtuldu “kenarın dilberi” yaftasından. Nazenin olabilecekleri
gerçeğini de, çoğunluğa kabullendirdiler böylece.
“Güzel olduğunuz kadar,
küstahsınız da hanımefendi.”
Her
ne kadar aşısı tutmayanlar olsa da…
- Ne işiyle meşgulsün evladım?
- Yazarım beybaba.
- Anladım. İşsizsin yani…
Faruk
Yılmazer
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder