Tarih boyunca yazılmış hiçbir
bilim kurgu eseri gibi değildi, gelecek. Yahut hepsinden birer parçaydı,
kurulduktan sonra gerçekleştirilmeye çalışılan hayallerden. Ne yaşlanmanın, ne
hastalıkların, ne de açlığın çaresi bulunamamıştı tam anlamıyla. Bilakis,
hayatı kolaylaştırmak adına geliştirilen teknolojinin kölesi olmuş; daha
fazlasının talebindeydi insanoğlu verdiklerini teraziye koymadan.
Bilimsel gelişmelerle, doğal
felaketlerin iç içe yaşandığı yirmi birinci yüzyılın son çeyreğinde yaşam, bir
önceki yüzyıla kıyasla büyük bir değişim geçirmişti. Artan dünya nüfusunun
daralttığı yaşam alanlarını genişletmek adına gökdelenler çoğalmış; denizi
doldurarak elde edilen karasal alan, haritaların değişimine yol açacak derecede
yoğunluk kazanmıştı. Her ne kadar güneş sistemi içindeki gezegenlere insanlı
uçuş programları başlamış olsa da, yerleşebileceği ikinci bir dünya bulamamıştı
henüz insanoğlu.
Ancak yüzyılın sonuna gelindiğinde
yaşanılan kasırga, deprem ve tsunami gibi felaketlerin ardından, doğaya rağmen
plan yapılamayacağını elim bir deneyimle öğrenmişti. Doğa, kendisinden zorla
alınanı geri almak konusunda azimliydi. Yirmi ikinci yüzyılın ilk çeyreğine
gelindiğinde yaşam alanı oluşturma konusunda hükümetlerden daha başarılı olan
şirketler, yönetimlerde daha çok söz sahibi olmaya başlamışlardı.
Doğaya karşı gelmek yerine, onun
taklit edilmesi gerektiğini savunan birkaç büyük şirket güç birliği yaparak,
Güney Pasifik’te yapay bir ada inşa etmeyi başardı. Böylece; son elli yılda
kurulan irili ufaklı pek çok birleşik milletler topluluğu dağılırken, yerlerini
birleşik şirketler toplulukları almaya başladı. Arzu ettikleri konforlu yaşam
biçimini vaat eden şirketleri destekleyen insanlar, bu kuruluşların gerçek
varlık amacının kar etmek olduğunu ne yazık ki göz ardı ediyordu.
Uzaktan bakıldığında başı dumanlı
bir dağı andıran dört bin iki yüz metre yüksekliğindeki gökdeleni yine aynı
birleşik şirketler topluluğu inşa etmişti. Sekiz yüz kırk iki katlı, binlerce
daire ve ofisten oluşan şehrin göbeğindeki binanın ışıkları bir anlığına
kapatılsa, gerçek bir dağdan ayırt edilmesinin neredeyse imkânı yoktu.
Yeşilliklerle bezeli, üzerinde akan küçük derelerin bile ihmal edilmediği muhteşem
ötesi bir mesken. Bir adım ötesi sıradağlardı ki, gerçekleştirildiğinde
barındıracağı insan sayısı, küçük bir ülke nüfusuna eşdeğer olacaktı belki de…
Şirket; tüm yapıtlarında olduğu
gibi, binanın da bir bölümünü Ar-Ge çalışmalarına ayırmıştı. Binanın
doruklarına kurulan laboratuara içeriden ulaşım imkânı bulunmadığı için, bilim
adamlarının nakli antiçekim denilen hava araçlarıyla gerçekleştiriliyordu.
Aklimatizasyon (uyum sağlama)
süreci sebebiyle bir süredir uzak kaldığı, laboratuarının başına geçecek
olmanın tatlı heyecanını yaşıyordu Bilge13F4. Yokluğunda, kısıtlı yapay zekâya
sahip bilgisayarlar tarafından, robotik kollar yardımıyla yönetiliyordu
laboratuar.
Bilge ortak ismiyle anılan bilim
insanlarına verilen kodlar, branş ve seviyeleriyle ilgiliydi. Binanın içinde
uygulanan basınç dengeleme işlemi, çoğunlukla açık alan olan doruklarda
uygulanamadığı için aklimatizasyon süreci hayati bir önem arz ediyordu.
Oksijenin seyreldiği, sıcaklığın azaldığı yükseklik seviyesi, alışkanlığı
olmayanlar için tehlikeli düzeydeydi.
Antiçekim araçlarının havalandığı
alana doğru ilerlerken bedenini saran heyecan dalgasını kontrol altına almaya
çalıştı Bilge13F4. Yüzyıldan fazla bir süre önce yerin yüzlerce metre altında
yapılmaya başlanan deneyler, kısa bir süre önce minimize edilerek, okyanusun
ortasında inşa edilen yapay adaya taşınmıştı. Parçacık hızlandırıcı adı verilen
ilk cihaz sayesinde elde edilen düşük miktarlardaki anti madde, insanlığın
enerji ihtiyacının tamamını çözebilecek potansiyele ulaşılabileceğini belli
ediyordu. Bu da, araştırmaların başlangıç amacından farklı kulvarlara sapmasına
neden oldu. Tamamen kendi tasarımı olan yeni proje ile bir önceki arasındaki
kıyasa; ilk dönem bilgisayarlarıyla, artık görünmezlik boyutuna indirgenmiş
şimdiki zaman bilgisayarları arasındaki ölçü farkı örnek olabilirdi. Ve yeni
deneylerin startını bugün, dağ benzeri gökdelenin doruklarındaki laboratuarında
bizzat kendi elleriyle verecekti.
Aura taramasının yapıldığı son
kapıdan geçtikten sonra, hızlı adımlarla yanına yaklaşan simanın sahibi tanıdık
geldi. Heyecan ve öfke karışımı bir tavırla koluna girerek “biraz beraber
yürüyebilir miyiz” dediğinde, hatırladı kim olduğunu? Kırlaşan saçları ve
kırışan yüzü engel olmuştu belki de ilk anda hatırlamayışına. “Yaşayan En Büyük
Dahi” unvanıyla ödüllendirilmiş, tahtına aday olduğu, suni adada yapılan
araştırmaların başındaki bilgeydi. Görevinin başında olmayışına bir anlam
veremedi.
- Tabi. Neden olmasın?
- Kim olduğumu biliyorsun değil mi?
- Elbette. Siz benim idolümdünüz.
Artık bir rakip olsak da, hala öyle olduğunuzu itiraf etmeliyim. Ayrıca son
yazdığınız makalenin muhteşem olduğunu da kesinlikle belirtmeliyim.
- Eğer sözlerimin senin için hala
bir anlamı varsa, o deneyi kesinlikle başlatma. Hatta cihazı yok et.
- Anlayamadım.
Yanlarına doğru koşar adımlarla
gelmekte olan iki güvenlik görevlisini gördüğünde, istikametlerini değiştirmek
istediyse de, diğer yönlerden de gelenler olduğunu gördü. Konuşmasını
hızlandırdı.
Cihazın ilk sürümü dünyanın
manyetik alanını bozdu. Doğal sanılan felaketlerin hiç biri doğal değildi.
Şimdiki sürümleri, nereye olduğunu bilmediğim kapılar açıyor. Orada baş
edemeyeceğimiz güçler var.
Güvenlikçiler iyice yaklaştığında
geriye doğru kaçmak istedi ki, arkadan yaklaşan diğer bir ekip tarafından
kıskıvrak yakalandı. Uzaklaştırılırken bağırarak konuşuyordu.
- Beni dinle! O deneyi sakın
başlatma. Tüm dünya kaosa sürüklenecek. O efsane değil, gerçek... O…
Olanları şaşkınlıkla izleyen
Bilge13F4, kod adını söyleyen sesin geldiği yöne döndüğünde şirket temsilcisinin
zoraki gülümseyen yüzüyle karşılaştı.
- Yaşanılanlar için kusura
bakmayın. Bilge12F1 kısa zamanda atlatacağını umduğumuz bir sinir krizi
geçiriyor.
Yüzüne oturtmaya çalıştığı
hüzünlü ifade sahtelik haykırırken, devam etti;
- Oğlunun geçirdiği ağır kaza
sonrası şok geçirdiğini tahmin ediyoruz. Kendisinden başka kimsenin görmediği
bir yaratık tarafından öldürülüp, tekrar canlandırıldığını söylüyor.
- Sinir krizi… Evet, bu her şeyi
açıklıyor. Umarım iyi olur. Bu arada antiçekim aracım beni bekliyor. Biraz daha
gecikirsem bilgisayar cihazı ben olmadan çalıştıracak.
Hava aracı gideceği bölgeye
vardığında saatine baktı. Nerdeyse bir dakika geç kalmıştı. Oluşan
hareketlilikten, cihazın çalıştırıldığını anladı. En yakınındaki kapıdan
laboratuara giriş yaparken, otomatik komutlara aykırı bir biçimde cihazın ani
olarak durduğunu fark etti. Sesine duyarlı bilgisayara komut verdi.
- Bilgisayar, deneyi durduran
problemi tanımla.
- Sizsiniz Bilge13F4. Kırk yedi
saniye önce beliren bir enerji yoğunlaşmasının içinden “masakın” diye bağırarak
çıktınız ve tüm otomatik komutları iptal ettiniz.
- Mantıksız, daha yeni geldim.
- Güney kapısından giriş
yaptığınızda, diğer siz geldiği belirsizlikte kayboldu. Söylediği kelimenin
karşılığı hiçbir dilde bulunamadı.
- Önce programı yeniden aktive et.
Sonra görsel kayıtları aç.
Üççeyrek dakika sonra cihaz ful
kapasite çalışmaya başladığında, karşı koyamadığı bir çekim gücüne kapıldı. Bir
dağın doruklarında yuvarlanırken açtı gözlerini. Durabildiğinde, aşağıdan
yukarıya doğru gelişen hareketliliği görerek ürktü. Çoğunlukla kısa boylu, uzun
dişli pek çok yaratık doruğa büyük bir hızla tırmanıyordu. Ve her neredeyse,
göz eriminin ulaşabildiği tüm alan o yaratıklarla doluydu. Cihaz, gökdelen
sayesinde aynı maddesel yoğunluğun sağlandığı paralel bir boyuta kapı açmış
yahut geçişlerini engelleyen bir seti ortadan kaldırmış olmalıydı.
Bilge12F1’in, adada olduğundan bahsettiğine benzer bir kapı… Çevresine
bakındığında, içine çekildiği enerji alanından yüzlerce olduğunu gördü. Bu
yaratıkların, bir şekilde kendi boyutuna geçmeleri halinde, tüm dünyayı
tüketebileceklerini düşündü. Cihazın ne karada, ne denizde, ne de gökyüzünde
çalıştırılmasının güvenli olmadığını anladı. Ve şirketin hiçte iyi bir amaca
hizmet etmediğini… Hangisinden geçtiğini bilmediği için en yakınındaki enerji
alanının içine doğru koşarken bağırıyordu.
- İptal… İptal… Deneyi başlat…
Faruk Yılmazer
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder