8 Aralık 2018 Cumartesi

ma sakın / Döngü (Hikaye)


Tarih boyunca yazılmış hiçbir bilim kurgu eseri gibi değildi, gelecek. Yahut hepsinden birer parçaydı, kurulduktan sonra gerçekleştirilmeye çalışılan hayallerden. Ne yaşlanmanın, ne hastalıkların, ne de açlığın çaresi bulunamamıştı tam anlamıyla. Bilakis, hayatı kolaylaştırmak adına geliştirilen teknolojinin kölesi olmuş; daha fazlasının talebindeydi insanoğlu verdiklerini teraziye koymadan.
Bilimsel gelişmelerle, doğal felaketlerin iç içe yaşandığı yirmi birinci yüzyılın son çeyreğinde yaşam, bir önceki yüzyıla kıyasla büyük bir değişim geçirmişti. Artan dünya nüfusunun daralttığı yaşam alanlarını genişletmek adına gökdelenler çoğalmış; denizi doldurarak elde edilen karasal alan, haritaların değişimine yol açacak derecede yoğunluk kazanmıştı. Her ne kadar güneş sistemi içindeki gezegenlere insanlı uçuş programları başlamış olsa da, yerleşebileceği ikinci bir dünya bulamamıştı henüz insanoğlu.
Ancak yüzyılın sonuna gelindiğinde yaşanılan kasırga, deprem ve tsunami gibi felaketlerin ardından, doğaya rağmen plan yapılamayacağını elim bir deneyimle öğrenmişti. Doğa, kendisinden zorla alınanı geri almak konusunda azimliydi. Yirmi ikinci yüzyılın ilk çeyreğine gelindiğinde yaşam alanı oluşturma konusunda hükümetlerden daha başarılı olan şirketler, yönetimlerde daha çok söz sahibi olmaya başlamışlardı.
Doğaya karşı gelmek yerine, onun taklit edilmesi gerektiğini savunan birkaç büyük şirket güç birliği yaparak, Güney Pasifik’te yapay bir ada inşa etmeyi başardı. Böylece; son elli yılda kurulan irili ufaklı pek çok birleşik milletler topluluğu dağılırken, yerlerini birleşik şirketler toplulukları almaya başladı. Arzu ettikleri konforlu yaşam biçimini vaat eden şirketleri destekleyen insanlar, bu kuruluşların gerçek varlık amacının kar etmek olduğunu ne yazık ki göz ardı ediyordu.
Uzaktan bakıldığında başı dumanlı bir dağı andıran dört bin iki yüz metre yüksekliğindeki gökdeleni yine aynı birleşik şirketler topluluğu inşa etmişti. Sekiz yüz kırk iki katlı, binlerce daire ve ofisten oluşan şehrin göbeğindeki binanın ışıkları bir anlığına kapatılsa, gerçek bir dağdan ayırt edilmesinin neredeyse imkânı yoktu. Yeşilliklerle bezeli, üzerinde akan küçük derelerin bile ihmal edilmediği muhteşem ötesi bir mesken. Bir adım ötesi sıradağlardı ki, gerçekleştirildiğinde barındıracağı insan sayısı, küçük bir ülke nüfusuna eşdeğer olacaktı belki de…
Şirket; tüm yapıtlarında olduğu gibi, binanın da bir bölümünü Ar-Ge çalışmalarına ayırmıştı. Binanın doruklarına kurulan laboratuara içeriden ulaşım imkânı bulunmadığı için, bilim adamlarının nakli antiçekim denilen hava araçlarıyla gerçekleştiriliyordu.
Aklimatizasyon (uyum sağlama) süreci sebebiyle bir süredir uzak kaldığı, laboratuarının başına geçecek olmanın tatlı heyecanını yaşıyordu Bilge13F4. Yokluğunda, kısıtlı yapay zekâya sahip bilgisayarlar tarafından, robotik kollar yardımıyla yönetiliyordu laboratuar.
Bilge ortak ismiyle anılan bilim insanlarına verilen kodlar, branş ve seviyeleriyle ilgiliydi. Binanın içinde uygulanan basınç dengeleme işlemi, çoğunlukla açık alan olan doruklarda uygulanamadığı için aklimatizasyon süreci hayati bir önem arz ediyordu. Oksijenin seyreldiği, sıcaklığın azaldığı yükseklik seviyesi, alışkanlığı olmayanlar için tehlikeli düzeydeydi.
Antiçekim araçlarının havalandığı alana doğru ilerlerken bedenini saran heyecan dalgasını kontrol altına almaya çalıştı Bilge13F4. Yüzyıldan fazla bir süre önce yerin yüzlerce metre altında yapılmaya başlanan deneyler, kısa bir süre önce minimize edilerek, okyanusun ortasında inşa edilen yapay adaya taşınmıştı. Parçacık hızlandırıcı adı verilen ilk cihaz sayesinde elde edilen düşük miktarlardaki anti madde, insanlığın enerji ihtiyacının tamamını çözebilecek potansiyele ulaşılabileceğini belli ediyordu. Bu da, araştırmaların başlangıç amacından farklı kulvarlara sapmasına neden oldu. Tamamen kendi tasarımı olan yeni proje ile bir önceki arasındaki kıyasa; ilk dönem bilgisayarlarıyla, artık görünmezlik boyutuna indirgenmiş şimdiki zaman bilgisayarları arasındaki ölçü farkı örnek olabilirdi. Ve yeni deneylerin startını bugün, dağ benzeri gökdelenin doruklarındaki laboratuarında bizzat kendi elleriyle verecekti.
Aura taramasının yapıldığı son kapıdan geçtikten sonra, hızlı adımlarla yanına yaklaşan simanın sahibi tanıdık geldi. Heyecan ve öfke karışımı bir tavırla koluna girerek “biraz beraber yürüyebilir miyiz” dediğinde, hatırladı kim olduğunu? Kırlaşan saçları ve kırışan yüzü engel olmuştu belki de ilk anda hatırlamayışına. “Yaşayan En Büyük Dahi” unvanıyla ödüllendirilmiş, tahtına aday olduğu, suni adada yapılan araştırmaların başındaki bilgeydi. Görevinin başında olmayışına bir anlam veremedi.
- Tabi. Neden olmasın?
- Kim olduğumu biliyorsun değil mi?
- Elbette. Siz benim idolümdünüz. Artık bir rakip olsak da, hala öyle olduğunuzu itiraf etmeliyim. Ayrıca son yazdığınız makalenin muhteşem olduğunu da kesinlikle belirtmeliyim.
- Eğer sözlerimin senin için hala bir anlamı varsa, o deneyi kesinlikle başlatma. Hatta cihazı yok et.
- Anlayamadım.
Yanlarına doğru koşar adımlarla gelmekte olan iki güvenlik görevlisini gördüğünde, istikametlerini değiştirmek istediyse de, diğer yönlerden de gelenler olduğunu gördü. Konuşmasını hızlandırdı.
Cihazın ilk sürümü dünyanın manyetik alanını bozdu. Doğal sanılan felaketlerin hiç biri doğal değildi. Şimdiki sürümleri, nereye olduğunu bilmediğim kapılar açıyor. Orada baş edemeyeceğimiz güçler var.
Güvenlikçiler iyice yaklaştığında geriye doğru kaçmak istedi ki, arkadan yaklaşan diğer bir ekip tarafından kıskıvrak yakalandı. Uzaklaştırılırken bağırarak konuşuyordu.
- Beni dinle! O deneyi sakın başlatma. Tüm dünya kaosa sürüklenecek. O efsane değil, gerçek... O…
Olanları şaşkınlıkla izleyen Bilge13F4, kod adını söyleyen sesin geldiği yöne döndüğünde şirket temsilcisinin zoraki gülümseyen yüzüyle karşılaştı.
- Yaşanılanlar için kusura bakmayın. Bilge12F1 kısa zamanda atlatacağını umduğumuz bir sinir krizi geçiriyor.
Yüzüne oturtmaya çalıştığı hüzünlü ifade sahtelik haykırırken, devam etti;
- Oğlunun geçirdiği ağır kaza sonrası şok geçirdiğini tahmin ediyoruz. Kendisinden başka kimsenin görmediği bir yaratık tarafından öldürülüp, tekrar canlandırıldığını söylüyor.
- Sinir krizi… Evet, bu her şeyi açıklıyor. Umarım iyi olur. Bu arada antiçekim aracım beni bekliyor. Biraz daha gecikirsem bilgisayar cihazı ben olmadan çalıştıracak.
Hava aracı gideceği bölgeye vardığında saatine baktı. Nerdeyse bir dakika geç kalmıştı. Oluşan hareketlilikten, cihazın çalıştırıldığını anladı. En yakınındaki kapıdan laboratuara giriş yaparken, otomatik komutlara aykırı bir biçimde cihazın ani olarak durduğunu fark etti. Sesine duyarlı bilgisayara komut verdi.
- Bilgisayar, deneyi durduran problemi tanımla.
- Sizsiniz Bilge13F4. Kırk yedi saniye önce beliren bir enerji yoğunlaşmasının içinden “masakın” diye bağırarak çıktınız ve tüm otomatik komutları iptal ettiniz.
- Mantıksız, daha yeni geldim.
- Güney kapısından giriş yaptığınızda, diğer siz geldiği belirsizlikte kayboldu. Söylediği kelimenin karşılığı hiçbir dilde bulunamadı.
- Önce programı yeniden aktive et. Sonra görsel kayıtları aç.
Üççeyrek dakika sonra cihaz ful kapasite çalışmaya başladığında, karşı koyamadığı bir çekim gücüne kapıldı. Bir dağın doruklarında yuvarlanırken açtı gözlerini. Durabildiğinde, aşağıdan yukarıya doğru gelişen hareketliliği görerek ürktü. Çoğunlukla kısa boylu, uzun dişli pek çok yaratık doruğa büyük bir hızla tırmanıyordu. Ve her neredeyse, göz eriminin ulaşabildiği tüm alan o yaratıklarla doluydu. Cihaz, gökdelen sayesinde aynı maddesel yoğunluğun sağlandığı paralel bir boyuta kapı açmış yahut geçişlerini engelleyen bir seti ortadan kaldırmış olmalıydı. Bilge12F1’in, adada olduğundan bahsettiğine benzer bir kapı… Çevresine bakındığında, içine çekildiği enerji alanından yüzlerce olduğunu gördü. Bu yaratıkların, bir şekilde kendi boyutuna geçmeleri halinde, tüm dünyayı tüketebileceklerini düşündü. Cihazın ne karada, ne denizde, ne de gökyüzünde çalıştırılmasının güvenli olmadığını anladı. Ve şirketin hiçte iyi bir amaca hizmet etmediğini… Hangisinden geçtiğini bilmediği için en yakınındaki enerji alanının içine doğru koşarken bağırıyordu.
- İptal… İptal… Deneyi başlat…

Faruk Yılmazer

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder