6 Aralık 2018 Perşembe

Ali Baba’nın Çiftliği (Hikaye)


Her ne kadar doğaçlama oynansa da örgüsü belli tuluatın ipli kuklayla kısmi harmanı sayesinde, ipin ucu kimdeyse ona kalkardı parmaklar. Seçilmişlerin atanmışlara galebe çaldığı bir devir olması ve bir ipini koparmışın oyu lazım olabilir endişesiyle alınır olmuştu selam. (Vah Fuzuli! Vah!)
Yani devir o devir. “Evvel zaman iken, deve tellal iken, saksağan berber iken” den hallice ileride… “Ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken” den epey bir geride. Nasıl gidildi derseniz, orası karışık. Kimine göre sebep Alâeddin’in lambası, kimine göre Ali Cengiz’in hamam tası… Lakin en kabul gören rivayet; masal okuyan bir veledin, mumu yanık unutması… Küle dönüşürken sahifeler, firarilerin subaşında buluşması… (Eşeğin firarisi, soluğu subaşında alıyor demek ki…)
Özentisiyle, Nuh’un gemisine selam çakan çiftliğinde mutlu mesut yaşarken Ali Baba… (Hâlbuki Dingo’nun ahırıyla daha yakın temasta…) Gazaplarının, ağabeyi Kasım ile söndüğünü zannettiği Kırk Haramilerin talanından, son anda sıvışarak canını zor kurtarmasıyla başladı hikâye.
Bil cümle dilsiz mahlûkatın farklı çiftliklere sığınmasıyla, senfonisi inkıtaa uğrayan mekânın sessizliği, sudan dönen eşeklerin, boşlukta yönetimi devralmasıyla farklı bir boyut kazandı. (Şahane seslerinin, bebekler tarafından bile kabul edildiği tek alandı ne de olsa…)
Alfabesi iki harften oluşan familyanın, aynı kısır nota bilgisiyle yeniden düzenlendi beste ve güfte…

“Karakaçan’ın bir çiftliği var.”

Merhum Nasrettin Hoca’nın Karakaçan’ı, Keloğlanın Kadife’si, Sancho Panza’nın Rucio’su, Bremen Mızıkacılarının Arsch’ı, Har-name’deki Zaif ü nizar ve daha pek çok fabl kaçkını.
Çeşitli fıkra, masal ve hikâyede sahipleriyle birlikte anılan bu tali karakterlerin, bir başlarına kaldıklarında ortaya çıktı acizlikleri. Yaz günlerinde karın doyurmak ne denli kolaysa kış günlerinde o denli zordu. Ve kış hızla yaklaşıyordu. Üstelik diğer çiftliklere sığınan mahlûkattan bazıları yuvalarına geri dönüyordu.
Nihayetinde çoğunluğu ellerinde bulunduran eşekgillerin oylarıyla Karakaçan’ı lider seçtiler soruna çözüm bulması ümidiyle. Ve diğer isimlerden oluşan bir yönetim kurulu… (Gizli madde: Seçim kısa zaman aralıklarıyla tekrarlanacak ve lider hep aynı familyadan olacak.) Söylemde herkes eşit olsa da, meşhur Hayvan Çiftliğindeki bazıları gibi onlar daha eşitti. Yönetime katılım, ancak kendi yüksek şahsiyetlerini daha da yüceltecek alt seviyelerden gelecekse, mümkündü. Sivrilme ihtimali olanlar tepeden törpülenerek köreltilmeliydi.
Beleşe çiftlik sahibi olan şahsiyetlerimizin, detaylı karakter analizine bir es koyarak kısaca belirtmek gerekirse;
Onlar bilindikti, tanıdıktı, ünlüydü. Himmetlerinden sebeplenmelerine müsaade ettikleri haricindeki yeni yetmelere aralarında ihtiyaç yoktu. Verilen selam ve gönül alıcı birkaç kelamın üzerine ekilmiş umut sosu, elde tutulmaları için yeter ve artardı bile. (Çalışanın olmadığı yerde, müdür ne yapsın?) Birde makamın bekası için, kış sorunsalına çözüm bulmaları.
Sorunu tek başına çözemeyeceğini bilecek kadar akıllıydı Karakaçan. Sahibi âlim olan, allame olmasa da ilminden sebepleniyordu mutlak. Yönetim kurulunu topladı. Yapılan istişarede Kadife’nin fikri benimsenerek uygulama hazırlıklarına başlandı.
Komşuları olan büyük çiftliğin dişi boz eşeğine talip olunacak, onların erzak stoku sayesinde bu kış atlatılacaktı. Her hikâyede farklı bir padişahın kızına talip olan Keloğlan’dan bunu öğrenebilmişti ancak. Her ne kadar, firarlarıyla birincil kahramanların egemenliğinden kurtulmuş olsalar da sahibine göre kişneyen atlardan pek farkı yoktu neticede bizim eşekgillerin.
İki çiftlik arasındaki yol, fincancı katırlarının güzergâhı olmasaydı ve kız istemeye giden ekip bir ton sopa yiyerek çiftliğe geri dönmek zorunda kalmasaydı, fikir güzeldi aslında.
Kadife’yim budur özüm.
Komşu çiftliğin eşeğinde gözüm.
Eli sopalı fincancılara,
Elbet vardır bir çift sözüm.

Mecburiyetten yeniden toplanan yönetim kurulu bu kez Har-Name deki zayıf eşeğin aklına uydular.  Öküzler gibi gece gündüz buğday işleyecek. Buğday otlayıp buğday dişleyeceklerdi. (Öyle ya; Onların öküzlerden neyi eksikti? Boynuz hariç. Zaten zayıf eşeğin mahvına sebep, boynuz sevdası olmamış mıydı?)
Tarlasına dalıp ekinini mahvettikleri çiftçi tarafından yakalanınca, kuyruk ve kulakları kesilen ekip, kan revan içinde döndüler kendi çitliklerine.

Batılı hak bilip, haktan ayrıldım.
Boynuz umar iken, kulaktan ayrıldım.

Rucio’nun maceraya atılma fikri, yel değirmenleri saldırısına benzer bir neticeyle sonlanınca tayfayı telaş sardı. Üstelik çiftlikteki diğer mahlûkatın sayısı giderek artıyor azınlığa düşmeye başlıyorlardı. Son bir ümitle Arsch’ın fikrine sarıldılar. Bremen mızıkacılarındaki gibi bir orkestra kuracak, şarkı türkü söyleyerek nafakalarını kazanacaklardı.
Yol arkadaşı horozun uyarılarına kulak tıkadı Arsch. Sadece eşeklerden oluşan bir orkestranın yeterli olamayacağını, eskiden olduğu gibi mozaiği genişletmeleri gerektiğini söylüyordu horoz. Birbirlerini pohpohlayarak havadan havaya giren eşekgiller ekibinin, araya kendi cinslerinden başkasının girmesine tahammülü yoktu.
Boş meydanlara söylenen şarkılar ve kimsenin uğramadığı imza günleriyle tükettiler günlerini. En çok Karakaçan şaşırdı bu işe. Nasrettin Hoca merhum üzerine ters binince, tersine tersine gitmenin bir kerameti olduğunu düşünmüştü. Oysa merhumun anlayamadığı bir niyeti vardı.

Kimseyi arkada bırakmamak, kimsenin de arkasında kalmamak…

Bu hikâye, daha çok subaşı bekleyişleri kaldırır olsa da okuyucunun tahammülü kaldırmaz.
Sözün kısası; Karakaçan’ın mızıkacıları hâlâ kendi kendilerine çalıp söyleye dursun… Yol arkadaşı tarafından dışlanan horoz, “bizde varız” diyerek kendi orkestrasını kurdu ve kendi yolunu çizdi. Umuttan gayrı da katık olduğunun somut örneği olan bu ağacın dalları, şükür meyveye durdu.
Ne de olsa burası hakikatte Ali Baba’nın çiftliği. Ve burada her sese ihtiyaç var.

Faruk Yılmazer

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder