Her ne kadar doğaçlama
oynansa da örgüsü belli tuluatın ipli kuklayla kısmi harmanı sayesinde, ipin
ucu kimdeyse ona kalkardı parmaklar. Seçilmişlerin atanmışlara galebe çaldığı
bir devir olması ve bir ipini koparmışın oyu lazım olabilir endişesiyle alınır
olmuştu selam. (Vah Fuzuli! Vah!)
Yani devir o devir. “Evvel
zaman iken, deve tellal iken, saksağan berber iken” den hallice ileride… “Ben
anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken” den epey bir geride. Nasıl gidildi
derseniz, orası karışık. Kimine göre sebep Alâeddin’in lambası, kimine göre Ali
Cengiz’in hamam tası… Lakin en kabul gören rivayet; masal okuyan bir veledin,
mumu yanık unutması… Küle dönüşürken sahifeler, firarilerin subaşında buluşması…
(Eşeğin firarisi, soluğu subaşında alıyor demek ki…)
Özentisiyle, Nuh’un gemisine
selam çakan çiftliğinde mutlu mesut yaşarken Ali Baba… (Hâlbuki Dingo’nun
ahırıyla daha yakın temasta…) Gazaplarının, ağabeyi Kasım ile söndüğünü
zannettiği Kırk Haramilerin talanından, son anda sıvışarak canını zor
kurtarmasıyla başladı hikâye.
Bil cümle dilsiz mahlûkatın
farklı çiftliklere sığınmasıyla, senfonisi inkıtaa uğrayan mekânın sessizliği,
sudan dönen eşeklerin, boşlukta yönetimi devralmasıyla farklı bir boyut kazandı.
(Şahane seslerinin, bebekler tarafından bile kabul edildiği tek alandı ne de
olsa…)
Alfabesi iki harften oluşan
familyanın, aynı kısır nota bilgisiyle yeniden düzenlendi beste ve güfte…
“Karakaçan’ın bir çiftliği
var.”
Merhum Nasrettin Hoca’nın
Karakaçan’ı, Keloğlanın Kadife’si, Sancho Panza’nın Rucio’su, Bremen
Mızıkacılarının Arsch’ı, Har-name’deki Zaif ü nizar ve daha pek çok fabl
kaçkını.
Çeşitli fıkra, masal ve
hikâyede sahipleriyle birlikte anılan bu tali karakterlerin, bir başlarına
kaldıklarında ortaya çıktı acizlikleri. Yaz günlerinde karın doyurmak ne denli
kolaysa kış günlerinde o denli zordu. Ve kış hızla yaklaşıyordu. Üstelik diğer
çiftliklere sığınan mahlûkattan bazıları yuvalarına geri dönüyordu.
Nihayetinde çoğunluğu
ellerinde bulunduran eşekgillerin oylarıyla Karakaçan’ı lider seçtiler soruna
çözüm bulması ümidiyle. Ve diğer isimlerden oluşan bir yönetim kurulu… (Gizli
madde: Seçim kısa zaman aralıklarıyla tekrarlanacak ve lider hep aynı
familyadan olacak.) Söylemde herkes eşit olsa da, meşhur Hayvan Çiftliğindeki
bazıları gibi onlar daha eşitti. Yönetime katılım, ancak kendi yüksek
şahsiyetlerini daha da yüceltecek alt seviyelerden gelecekse, mümkündü.
Sivrilme ihtimali olanlar tepeden törpülenerek köreltilmeliydi.
Beleşe çiftlik sahibi olan
şahsiyetlerimizin, detaylı karakter analizine bir es koyarak kısaca belirtmek
gerekirse;
Onlar bilindikti, tanıdıktı,
ünlüydü. Himmetlerinden sebeplenmelerine müsaade ettikleri haricindeki yeni
yetmelere aralarında ihtiyaç yoktu. Verilen selam ve gönül alıcı birkaç kelamın
üzerine ekilmiş umut sosu, elde tutulmaları için yeter ve artardı bile. (Çalışanın
olmadığı yerde, müdür ne yapsın?) Birde makamın bekası için, kış sorunsalına
çözüm bulmaları.
Sorunu tek başına
çözemeyeceğini bilecek kadar akıllıydı Karakaçan. Sahibi âlim olan, allame
olmasa da ilminden sebepleniyordu mutlak. Yönetim kurulunu topladı. Yapılan
istişarede Kadife’nin fikri benimsenerek uygulama hazırlıklarına başlandı.
Komşuları olan büyük
çiftliğin dişi boz eşeğine talip olunacak, onların erzak stoku sayesinde bu kış
atlatılacaktı. Her hikâyede farklı bir padişahın kızına talip olan Keloğlan’dan
bunu öğrenebilmişti ancak. Her ne kadar, firarlarıyla birincil kahramanların
egemenliğinden kurtulmuş olsalar da sahibine göre kişneyen atlardan pek farkı
yoktu neticede bizim eşekgillerin.
İki çiftlik arasındaki yol,
fincancı katırlarının güzergâhı olmasaydı ve kız istemeye giden ekip bir ton
sopa yiyerek çiftliğe geri dönmek zorunda kalmasaydı, fikir güzeldi aslında.
Kadife’yim budur özüm.
Komşu çiftliğin eşeğinde
gözüm.
Eli sopalı fincancılara,
Elbet vardır bir çift sözüm.
Mecburiyetten yeniden
toplanan yönetim kurulu bu kez Har-Name deki zayıf eşeğin aklına uydular. Öküzler gibi gece gündüz buğday işleyecek.
Buğday otlayıp buğday dişleyeceklerdi. (Öyle ya; Onların öküzlerden neyi
eksikti? Boynuz hariç. Zaten zayıf eşeğin mahvına sebep, boynuz sevdası olmamış
mıydı?)
Tarlasına dalıp ekinini
mahvettikleri çiftçi tarafından yakalanınca, kuyruk ve kulakları kesilen ekip,
kan revan içinde döndüler kendi çitliklerine.
Batılı hak bilip, haktan
ayrıldım.
Boynuz umar iken, kulaktan
ayrıldım.
Rucio’nun maceraya atılma
fikri, yel değirmenleri saldırısına benzer bir neticeyle sonlanınca tayfayı
telaş sardı. Üstelik çiftlikteki diğer mahlûkatın sayısı giderek artıyor
azınlığa düşmeye başlıyorlardı. Son bir ümitle Arsch’ın fikrine sarıldılar.
Bremen mızıkacılarındaki gibi bir orkestra kuracak, şarkı türkü söyleyerek
nafakalarını kazanacaklardı.
Yol arkadaşı horozun
uyarılarına kulak tıkadı Arsch. Sadece eşeklerden oluşan bir orkestranın
yeterli olamayacağını, eskiden olduğu gibi mozaiği genişletmeleri gerektiğini
söylüyordu horoz. Birbirlerini pohpohlayarak havadan havaya giren eşekgiller
ekibinin, araya kendi cinslerinden başkasının girmesine tahammülü yoktu.
Boş meydanlara söylenen
şarkılar ve kimsenin uğramadığı imza günleriyle tükettiler günlerini. En çok
Karakaçan şaşırdı bu işe. Nasrettin Hoca merhum üzerine ters binince, tersine
tersine gitmenin bir kerameti olduğunu düşünmüştü. Oysa merhumun anlayamadığı
bir niyeti vardı.
Kimseyi
arkada bırakmamak, kimsenin de arkasında kalmamak…
Bu hikâye, daha çok subaşı
bekleyişleri kaldırır olsa da okuyucunun tahammülü kaldırmaz.
Sözün kısası; Karakaçan’ın
mızıkacıları hâlâ kendi kendilerine çalıp söyleye dursun… Yol arkadaşı
tarafından dışlanan horoz, “bizde varız” diyerek kendi orkestrasını kurdu ve
kendi yolunu çizdi. Umuttan gayrı da katık olduğunun somut örneği olan bu ağacın
dalları, şükür meyveye durdu.
Ne de olsa burası hakikatte
Ali Baba’nın çiftliği. Ve burada her sese ihtiyaç var.
Faruk Yılmazer
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder