13 Aralık 2018 Perşembe

Aşkın, Su Hali (Hikaye)


“Eğer arabayı alacaksan, önce dedeni mezarlığa götür”  demişti babası, anahtarları istediğinde. Nişanlısıyla arasında sorunlar olduğunu ve bu sorunları konuşmak üzere ziyaretine gideceğini bilmesine rağmen bu angaryayı üzerine yıkmasına bir anlam verememişti. Sözünün üstüne söz söyleyememesi, korkusundan değil terbiyesindendi.
- Peki baba.
Bagaja konulan bir bidon su ve bir poşete doldurulmuş birkaç çiçek tohumunun eşliğinde yola koyuldular az sonra.
Vefat edeli seneler geçmiş olmasına rağmen, ayda en az iki kez babaannesinin mezarını ziyaret ederdi dedesi. Genellikle baba oğlun birlikte gerçekleştirdikleri bu ziyaretlerin sonuncusunda ihale ona kalmıştı. Aracı park ettikten sonra yürümesine yardımcı olmak amacıyla dedesinin koluna girdiğinde “hem de bugün” diye söylendi.

Geride bıraktıkları kışın ardından baharın yüzünü göstermesiyle, mezarlıkta uzamaya başlayan serseri otları, elleriyle tek tek ayıklamaya başladı ihtiyar adam.
- Bırak, ben yapayım dede. Yorulma sen.
- Ben bu hayatı yetmiş yıldır yaşıyorum oğul. Şunca yorgunluğun lafı mı olur?
Konuşmaya başlama biçiminden, ardından bir hayat dersi geleceğini anladı genç adam. Hiç havasında olmamasına rağmen mecburen dinleyecekti. Saygısızlık edemezdi.
- Ekseni etrafında dönüşü anafor etkisi oluşturduğundan olsa gerek, çoğu zaman bir burukluk, bir mide bulantısı ve yorgunluk bırakır dünya hayatı, insan bedeninde.
Son zamanlarda yaşadığı sıkıntıları anımsayarak;
- Haklısın, dedi genç adam. Ama dünya hali işte… Ne yapabilirsin ki?
- Dünyayı kendi halinde kabullenirsen, her halinden ziyade, ne halin varsa görürsün.
- Bahsettiğin etkileri giderecek bir yol bulduğunu mu söylemek istiyorsun?
Gülümsedi ihtiyar adam;
- Ben onu değil, o beni buldu.
Poşetten çıkardığı tohumları sırayla toprağa gömerken devam etti;
- Zamanı geldiğinde, hemen herkesi bulacağı gibi…
Bir süre dedesinin suskunluğunu bozmasını bekledi genç adam. Sonunda dayanamadı.
- Bu bir sır mı? Yoksa ne olduğunu söyleyecek misin?
- Bu bir sırsa, benim sırrım şu anda bu toprağın altında yatıyor.
- Anlayamadım dede.
- O sırrın adı aşk evladım. Aşkın su hali…
- Aşkın böyle bir hali olduğunu hiç bilmiyordum, dedi genç adam gülümseyerek.
Tohumlara can suyunu dökerken konuşmasını sürdürdü ihtiyar adam;  
- Filozoflar, sanatçılar ve edebiyatçılar insanlık tarihi boyunca tarifini yapmaya çalıştılar aşkın. Yaşam tarzı, kültürel faktör ve çağa göre değişen bir sürü hal ile yaftaladılar. İsimden ibaret görenler tarafından, ismince hallendi.  Aşk… Aşka… Aşkı… Aşkta… Aşktan… Ama hiçbir zaman doyurucu bir tarifini yapamadılar.
- Peki, sence nedir aşkın tarifi?
- Tarifini bilmem. Ama iki hali vardır aşkın. Bir rüzgâr, birde su hali…
- İlginç.
- Farklı noktaların ısı farkı savaşından hayat bulur rüzgâr. Rastgeledir. Kimi zaman hedef yerini bulsa da, çoğu zaman bir çukurun dibine yahut ummanın derinliğine gömülmeye götürür sürüklediklerini. Suyu dalgalandırması denize, yeşili dalgalandırması ekine şifa olsa da; aşabileceği bir haddi olması, getirdiklerinden fazlasını götürebileceğinden sakıncalıdır. Rüzgârla gelen, fırtınayla gider.
- Anlık heveslerle gelen başka heveslerle gider, diye mırıldandı genç adam. Peki ya su hali…
- Evet. Birde su hali vardır aşkın. Kile şekil veren, kum ile çimentoyu beton eden. Süregelen döngüsünü devam ettirmek için çekip gittiğinde, birleştirici etkisi asla gitmeyen. Hamuruna katılmıştır insanoğlunun, ter ve gözyaşı sızıntılarında daha da kuvvetlenen.
Bir süre sessiz kaldı genç adam. Dedesinin sözleri, akıl imbiğinde damıtılmaya gerek duymadan akıvermişti gönlünün en kuytu köşelerine. Sohbetin devamı için tekrar soru sormak istediğinde, Mushafı Şerif okumaya başladığını gördü dedesinin. “Demek ders buraya kadardı” diye mırıldandı.

Dedesini eve bıraktıktan sonra arabayı almaktan vazgeçti. Birkaç blok ötede oturan nişanlısının evine yürüyerek gidecekti. Böylece düşünmeye daha fazla zamanı olacaktı.
Hafif hafif çiselemeye başlayan yağmur onu bu fikrinden vazgeçiremedi. Ölümün dahi silemediği, dedesinin aşkını düşündü önce. Angarya saydığı bu görevi babasının ona neden verdiğini. Nişanlısıyla olan anlaşmazlıkların altında yatan sebebin rüzgâr kıran olduğu gerçeğini…
Zile bastıktan bir süre sonra açılan kapının önünde yağan yağmurun etkisiyle sudan çıkmış balığa benziyordu.
- Bu halin ne, dedi nişanlısı?
Uzun zamandır ilk defa bu denli içten gülümseyerek cevap verdi.
- İşte, bu da aşkın sırılsıklam hali…

Faruk Yılmazer

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder