12 Aralık 2018 Çarşamba

KırkYaşım, Kırık Yaşım (Deneme)


Açılmadığı için kilidi ve menteşesi pas tutan kapıların ardında saklanan ruhlarla, anahtar deliğinden iletişim kurmak ne kadar zor olsa da; hatırlayan ve bulmaya çalışanlardandık devrimize denk gelen Kalu bela komşularımızı. Nisyan maluliyetinden muzdarip beşeri hafızamızın uğratabileceği ziyanı, sıklaştıracağımız saflarla asgariye indirmekti muradımız.
Baba ocağının o her daim sıcak ikliminde, ninniler eşliğinde sallanırken analarımızın ayakları üzerinde; altından gelen cennet kokusundan mahrum kalmamaları için mağfiret dilerdi bebekçe feryadımız. “Hayırlı işler” dilemekti evden çıkan babamıza, iki tabak taşımaktı sofraya çocukça hayratımız. Bir subhaneke ile tüm aileyi koruma altına almaktı. Ayağı takılan kardeşimizi kaldırmak için çamura dalmaktı. Sonrası vahim.

Az gittik uz gittik. Birde baktık ki, kırklanmışız. Maluliyetimizin, muradımızı unutturduğunun farkına varmadan.  Amacımızı unutmuşuz da, dünyayı sırtlanmışız. Fark edemedik, kaseti geriye sarmadan.
Kırk yaş, kırkının da gönlü kırık yaş. Takvimden düşen bir yaprak mıydı, uyandırma servisi? Yoksa aynada gördüğümüz, saçımıza düşen ak mıydı?

Yırt sırrını artık ayna, kendimle buluştur beni.
Dostumla konuşur gibi, benimle konuştur beni.
Hükümsüzlük ilanını, verdiğim günden beri,
Bir tek kendimle küsüm, ne olur barıştır beni.

- Kapı mı çaldı?
- Çalsın mı?
- Bilmem!
- Tak... Tak…
- Kim o?
- Kim olsun?
- Somutta yokluğum, soyutta çokluğum.
- O vakit, ben geldim.
- Kimsin sen?
- Çocukluğun.
- Ne getirdin?
- İncik boncuk.
- Bas git çocuk. Ya da başka telden çal. Kandırmaz artık o numara.
- Kızmak yok. Kendini kovamazsın kendinden. Hem malını sen sürdün pazara.
- Haddini aşma. Dil verdim diye kazara.
- Sen yinede benimle kal, sonra gelirsin nazara.
- Cevap sende değil belli, senden sonra çıktım ben pazara.

Ve gençlik. Biraz ünsiyet biraz nisyan… Hem deli gibi bağlanır, hem unutur insan. Serde delikanlılık vardı ya, alayına isyan. Kendimi kendimden çıkardım sıfır kalmadı.
Sağlamasını toplamanın aklı almadı. Ya sollaması?
- İlerde çevirme var dost, ne sollaması?
İlk kavga, ilk sevda, kapıyı sert vurma, okulu ilk kırma. Belli yoldan çıkaran sollama.
- Ek hak, buldun ilk doğruyu.
- Sonrası da mı var?
- Elbette. İşte böyle yola çıkarsın bir gün. Az gidersin, uz gidersin. Dere tepe düz gidersin.
- Yoruldun mu?
- Evet.
- Yorulursun.
            - Ne yapmam lazım?
- Fazla soru sorma, duyarlarda kovulursun.
- ?
- Dolap beygiri kilometrelerce yol yürüse, nereye varır sence?
- En fazla başladığı yere herhalde. Ama nedir bu sorular, bu işkence?
- Anlarsın belki bir gün. Ya da anlayanı bulursun.
- Bre nadan! Ne diye sorular sorup durursun? Ya anlat! Anladığım kadar kabulleneyim bilgini. Ya da sus! Başka konulara vereyim ilgimi.
- Demem o ki; çoğu Âdemoğlu ayıramazken elif ile merteği. Nasıl bulur Kaf dağının ardındaki gerçeği?
- Bu kadar müteşabihat bana fazla. Ya hemen konuya gir. Ya da yanımdan gazla.
- Farz et içindeyiz bir ormanın. Yeşilin tüm tonları sarmış her yanımızı. Önümüzde sakin akan bir dere. Bir yudum su içmek için durur musun?
- Dururum.
- Serinlemek için avuçlarına su doldurup yüzüne vurur musun?
- Vururum.
- Bir taşa oturup şu tatlı rüzgârın esintisiyle kurur musun?
- Kururum.
- Ya göründüğü gibi değilse, gördüğünü sandıkların. Ve bilmeden aynı cevapları veriyorsan…
- Nasıl?
- Orman, aslında bir tuzak… Yeşilliğin içi sana böcek gözüyle bakan dev bukalemunlarla dolu olsa. Dere de patlayan volkandan akıp gelen bir lav denizi. Yine de durur musun?
- Durmam.
- Lavdan avuçlarınla yüzüne vurur musun?
- Vurmam.
- O tatlı sandığın rüzgâr bedenini kavuracak radyasyon taşıyorsa sana. Yine taşa oturup kurur musun?
- Kurumam.
- Emin misin?
- Öyle sanıyorum. 
- Ya yanılıyorsan?
- Sorularda ilk şıkkı görüyorsam, nasıl ikinci şıkkın cevaplarını sunabilirim? Ateş denizi sarmışsa her yanımı, gerçek su da nasıl yunabilirim?
- Dünya ve insan… Nedir ikisini bu denli benzer kılan?
- Bunu biliyorum. İnsan bedenini canlı tutan damarlarında dolaşan kan denizi. Dünyayı sarmalayan ley hattı, bu denizin ikizi.
- Ley hattını unutma ki, lev (keşke) kapısında kalma. Leyl (gece) de teheccüde kalk, yunar seni hiç korkma.
- Diyorsun ki, paslı kapıları zorla. Pasa bulanmaktan korkma.
- Kalem pil bile, sıralı dizilmezse feneri yakamaz.  
- Her devirde denemedik mi sanırsın? Devri Süleyman da Tophane rıhtımında dibi delinmeseydi Yemen'den yola çıktığımız geminin, Marmara da suya yazmaktansa kırk yıllık hatır aşılayan cezvelerde demlenirdik. Yitirmeseydi anlamını bu kadar vefa, üzüm suyuyla bir tutulmaz dost gönüllerde eğlenirdik.
- Kırk yaşındasın. Yardım et isteyene, vefa bekleme. Eğlenmek için vaktin yok, yolda tekleme. Gözünden akan kırk damla yaşın temizlesin, kırk yaşını.

Biz insana ana ve babasına iyilik yapmayı tavsiye ettik. Anası onu zahmetle karnında taşıdı ve zahmetle doğurdu. Onun ana karnında taşınması ile sütten kesilme süresi otuz aydır. Nihayet insan olgunluk çağına ulaşıp, kırk yaşına geldiğinde der ki: "Ey Rabbim! Bana ve ana babama ihsan ettiğin nimetlerine şükretmemi ve senin hoşnut olacağın salih amel işlememi ilham et. Benim neslimden gelenleri de salih kimseler kıl. Doğrusu ben tövbe edip sana yöneldim. Ve ben gerçekten Müslümanlardanım." (AHKAF/15)


Faruk Yılmazer

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder