8 Aralık 2018 Cumartesi

Elde Var Bahar (Deneme)


“Bir fincan kahvenin, kırk yıl hatırı var”mış…
Peki ya fincan hangi rolü üstlenir, bu uzun soluklu senaryo da? Yardımcı oyuncu mu? Ya cezve? Telve?
Tamam, divit geçirmiştir kâğıda, edebi bir metini… Şiiri…
Ya o, kibrindeyken bereket duasıyla nihayetlenen tebriklerin; farkında mıdır acaba hokka olmuş yüreğin değerinin?
Hepsinin bir hikâyesi var, birbiriyle kesişen. Biri dahi yoksa bütünü eksik kılan.
Kahvenin; fincanla, cezveyle, telveyle…
Yazının; kalemle, mürekkeple, yürekle…
“Hikâyeden” olmaktansa, “hikâyeci” olmayı tercih eden bir fani olarak, “yazmalısın” diyorum, yazamıyorum. Mevsimsel olabilir telkiniyle paslıyorum durumu; aklımın, “ikna” ismini verdiğim odacıklarına.
Kuralların, çiğnenmek için konulduğunu sanan baskın milli genimin, “yazmak” fiilinin üçüncü tekil şahıs emir kipiyle isimlenmiş mevsime tepkisi belki de, bir ünlüyü tepe taklak eden. “YAZ(a)mıyorum.”
Oldu mu?
Sanmıyorum.
Bu teoriyle kış, bir kışkışlar ki vakti zamanı gelince. Kâğıt donar, kalem donar, yürek donar. Ne kalır elde?
Ve benden tam elli sene önce doğmuş bir hikâyeciye, Nezihe Meriç’e ait bir sözle noktalıyorum yaz(a)mamayı;
“Çok yazamıyorum ama hikâyeler içinde yaşıyorum.”
- Neden?
- Çünkü okuyucu sayısının, iki elin parmaklarını geçmeyeceğini biliyorum.
Elli sene… İnsan ömrü içinde uzun bir zaman dilimi…
Ve zaman… Dipsiz kuyu.
Yazabilir miyiz onu da?
Belki bir bahar…

Faruk Yılmazer

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder