9 Aralık 2018 Pazar

Hacı Ömer Efendi (Hikaye)


Vah, Hacı Ömer Efendi vah!

Dolu dolu en çokta deli dolu yaşadığı gençliği, sanki asırlar önce teslim etmişti geçmişe. Ay kadar dolun ve dobra olmayan bir çekim gücü sebep oluyordu artık aklının med cezirlerine. Surdaki namukaddes gediğin adıydı nisyan. Tedhişçinin ismi, tababete kazınmış teşhisiydi Alzheimer.
Ve dünyada insanın başına gelebilecek en büyük felaketlerdendi, hafızası tarafından uğradığı ihanet. Kocayan kurt kıvamında… Yeni yetmeye maskara…

- Damat. Anlayamıyorum ki neden bu ısrar. Evde kılacağım diyorum akşam namazını.
- Yine çıngar çıkacak. Ama baba!
- Ama-sı yok evladım. Yorgunum, yoldan geldim. Üstüne üstlük tutuldu yine bu sağ ayak.
- Yahu hanım. Baban bir haftadır evden dışarı çıkmadı ki. Hangi yoldan bahsediyor?
- Bilmiyorum hayatım. İdare ediver işte.

Allahu ekber, Allahu ekber.

- Bak! Okunmaya başladı ezan. Hadi, sen sere gör seccadeyi. Ben bir abdest tazeleyeyim.
- Zaten üç kere tazeledin ya baba.
- Efendim.
- Peki baba.
- Şuracıkta huşu içinde kılarım ben namazımı.

- Estağfurullah, estağfurullah...

"...abim damat oluyor, sıra da bana geliyor...”

- Allah, Allah. Bu ses de ne yahu? Sanki kapının önünde orkestra çalıyor. Dur bakalım kesilir belki.

“…gel bana güzel kız, kalbimi çalan hırsız…”

- Yok, yok kesileceği yok bunun. Daamaaat.
- Eyvah! Başlıyoruz yine. Efendim baba?
- Bu saatte bu ses ne evladım? Birileri 'gelmek' den filan bahsediyor. Ne oluyor, Kıbrıs'a çıkarma mı yapıyoruz yoksa?
- Ne alakası var baba?
- Sen hatırlamazsın tabi. Ne günlerdi onlar? “Bu kadar yürekten çağırma beni, bir gece ansızın gelebilirim.” Kıbrıs çıkarması esnasında Rum radyosundan çalınan “bekledim de gelmedin” e nazire olarak çalınırdı bu şarkı.
- Hayatım, baban âlem adam vallahi. On dakika önce ne yaptığını hatırlamazken, kırk yıl öncesini dün yaşanmış gibi anlatıyor.
- Bir şey mi dedin evladım?
- Yok baba. Bu sefer ondan değil, dedim. Arka sokakta komşular nişan eğlencesi için sokağı kapatmışlar. Ses onlardan geliyor.
- Bir bu eksikti. Gelin kısmını salonlarda meydana çıkarıp ayağa düşürdüğünüz yetmedi, şimdi de sokağa düşürdünüz yani. Hazır ayaktayken alır başını gider diye düşünmezseniz, olacağı buydu tabi.
- Ama baba…
- Tamam, tamam kes. Şu pencereleri kapat da, namazımı kılayım yahu. Estağfurullah, estağfurullah...

"En büyük asker, bizim asker. Askerin kralı Paşadan çıkar."

- Daamaat!
- Buyur baba.
- Oğlum, benden niye gizliyorsun Kıbrıs'a çıkarma olduğunu? Kalbim var, heyecanlanmayayım diye mi? Korkma bu heyecan bana bir şey yapmaz.
- Nasıl?
- Bak asker diye, paşa diye bağırıyor millet, sokağa dökülmüş. Şu namazı kılayım, bizde çıkalım. Şerefli ordumuzu destekleyelim.
- Şey baba. Bu sesler onun için değil.
- Ne için ya?
- Malum asker yollama dönemi. Bizim sokağın gençleri, sokağı kapatmış eğlence yapıyorlar.
- Böyle şamatayla asker yollanır mı evladım? Asker dediğin vatana kurban olsun diye yollanır.
- Daha bu ne ki baba? İyice sarhoş olsunlar sen ondan sonra gör şamatayı.
-  Artık askere dua ederek, zikir çekerek değil de kafayı çekerek mi gidiyorlar? Evlat sen benim biletimi ayırttır, ben yarın köye geri dönüyorum.
- Olur mu baba? Tedavi olmak için geldin sen İstanbul'a.
- Evlat ben Efendimizin (S.A.V.) iltifatına mazhar olmuş şehre şifa bulmaya geldim. Bir köşede nişan töreni, bir köşede asker şöleni yapılan; özüne, elin ecnebisinden daha ecnebi insanların yaşadığı şehirde zehirlenmeye değil.

Faruk Yılmazer

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder