Gözlerini açtığında, kolları iki
yana uzanmış sırt üstü yatar pozisyonda buldu kendini. “Hayır, yine mi?” diye,
korku ve umutsuzluk yüklü bir ses tonuyla mırıldandı. Kim bilir kaçıncı keredir
gördüğü rüyanın içindeydi yine. Tabana doğru piramit şeklinde genişleyen
oldukça yüksek bir dağın, vücut şeklini almış doruklarındaydı. ”Bu sefer daha
fazla direnmeliyim” dedi. Uzunca bir süre, güneş ışınlarının vücudunu delip
geçmek istercesine vuruşuna aldırmayarak kımıldamadan yattı. Artık
dayanamayacağını anladığında, elleriyle yüzünü örttü. Dağın el ve kollarıyla
teması kesilen bölümü, büyük bir gürültüyle çöktü. Durumunu kabullenerek
kollarını boşluğa uzatmaktansa doğrularak oturmayı tercih etti ve olduğu yerde
vücudunu döndürerek ayaklarını boşluğa uzattı. Bedeniyle teması kesilen
bölgelerin çöküşü aynı gürültüyle kendini tekrarladı. Dağın doruğunda
yapayalnız ve kımıldamaya bile korkarak otururken asla içinden çıkamadığı
“nedenler” beynini kemiriyor, bir an önce uyanmayı diliyordu artık.
Kendisini şaşkınlıkla inceleyen
yaşlı bir adamla göz göze geldi uyandığında. “Hey” dedi, ihtiyar adam. “İkinci
nesil bir Masiva’lının uyuduğunu ilk defa görüyorum. Üstelik rüya bile
görüyordun.” Küçümseyerek baktı ihtiyara. ”Hala yok olmamış bir ilkel” diye
düşündü.
— Neredeyim ben?
— Olman gereken yerden çok
uzakta, benim yeraltı sığınağımdasın. Uja4 (tek kişilik uçan araba) ile
üstümüzdeki ormana düştüğünü gözlemledik. Takip eden korumaların, durumuna
bakmak yerine, geri dönmeyi tercih edince seni buraya getirdik. Şerit
rozetlerine bakılırsa önemli biri olmalısın.
İhtiyarın kullandığı çoğul ifade
bulunduğu mekâna göz gezdirmesine yol açtı. Buradaki tek ilkelin o olmadığını
başkalarının da olduğunu gördü. Doğruldu. ”Belki” dedi. Kısa bir suskunluktan
sonra;
— Onlar korumam değildi, beni
takip ediyorlardı sadece. Aslında ormana düşmedim. Daha doğrusu, bilerek
düştüm. Ancak bu şekilde peşimdekilerden kurtulabileceğimi biliyordum.
Söylediklerini dikkatle dinleyen
ihtiyarın gözlerinin içine bakarak devam etti;
— Ben birini arıyorum. Hala
yaşadığından dahi emin olmadığım birini. Dr. Talip Öz’ü…
— Neden arıyorsun doktoru?
— Bir vasiyeti yerine getirmek
için. Hatta bunun için yeryüzüne inme konusundaki yasağını çiğneyerek Masiva’ya
ihanet ettim. Bunun için kendimi belki de hiç affetmeyeceğim.
— Masiva’dakiler uyuyabildiğini
biliyor mu?
— Hayır.
— Öyleyse ilk ihanetin sayılmaz.
— Her neyse. Ben Dr. Şahin Ak’ın
oğluyum. O geçen hafta öldü. Bir süre önce bana bu bölgenin koordinatlarını
vermiş, ölümü durumunda Dr. Talip Öz’ü bularak onunla görüşmemi istemişti.
İhtiyar gözlerini iyice kısarak;
“Demek başından beri burada olduğumu biliyordu…” diye mırıldandı. Açıklama
bekleyen gözlerle kendine bakan gence döndü;
— Aradığın kişi benim evlat.
Baban için üzüldüm.
“Neden?” diyebildi genç. Babası neden bu ilkel
ihtiyarla görüşmesini istemişti. Onca aradığı neden arasından en azından bunun
cevabını almalıydı. ”Gel benimle.” dedi ihtiyar. Takip ettiğinde bulundukları
bölmeden çok daha büyük bir mekâna geçtiler. Ortamın ilkelliğine rağmen yine de
oldukça iyi sayılabilecek bir laboratuardı burası. “Önce bana cevap ver” dedi
ihtiyar.
— Masiva hakkında ne biliyorsun?
— Bundan yaklaşık kırk yıl önce
Anka gribi ismi verilen büyük bir salgın krizi başlamış dünyada. Atlatıldığı
sanıldıkça değişik periyotlarda hortlayıp insan nüfusunun yarıdan fazlasını yok
etmiş. O zamanın dünya hükümetleri bu konuda hiçbir önlem almayıp seyirci kalmışlar
insan ırkının nerdeyse yok oluşuna. Aydınlık liderimiz Masivar’ın liderliğinde
bir gurup bilim adamı insan vücudunu daha dirençli kılan bir aşı geliştirmiş,
hemen hemen yaşayan herkesi aşılayarak bu gidişata “dur” demişler. Buna rağmen
insanlar bir süre sonra Masivar’ı yok etmeye çalışmış. O da kendisini
destekleyenlerle beraber bugün yaşamış olduğumuz merkez ada ve on iki adacıkdan
oluşan gök kenti yani Masiva’yı kurarak, yeryüzünün ilkel insanlarıyla
ilişkisini kesmiş. Artık insanoğlunun geleceği ile ilgili çalışmalar burada
yapılıyor. Babam ona sadık bir bilim adamıydı bende öyleyim. Onun çalışmalarını
artık ben devam ettireceğim.
— Demek bildiğin bu, dedi
ihtiyar. Kafanda ki “neden” sorularının cevabını almak istiyorsan beni çok iyi
dinlemelisin. Ama önce gerçekleri görmek için Masiva’ya sırt dönmen gerektiği
gerçeğini kabullenmelisin.
Tekrar küçümseyerek baktı
ihtiyara. Bu ilkel insan ona ne anlatabilirdi ki? Yine de sorularına cevap
alabilme umudu dinlemeye teşvik etti onu. Hem nasılsa gelmişti artık oraya
kadar. ”Dinliyorum” dedi.
— Masiva’dakilerin uyuduğunu
bilip bilmediklerini sorduğumda, bilmediklerini söylemiştin. Bunu kendi başına
gizleyemezdin. Sanırım bu konuda baban yardımcı oldu.
— Evet.
— Sence neden bunu gizleme gereği
duydu?
— Bilemiyorum. Sanırım
oradakilerin bir hastalığa sahip olduğum fikrine kapılmalarını istemedi.
— Sence uyku bir hastalık mı?
— Bilmiyorum. Sanırım öyle
olmalı.
İhtiyar, elindeki bir alete
bastığında odanın ortasında tavandan aşağıya doğru inen bir ekran belirdi.
Ekranda uyuyan insan görüntüleri slayt şeklinde ilerliyordu. Şaşkınlıkla bakan
gence döndü.
— Bunlar kriz öncesinden kalma
uyuyan insan resimleri… Evlat! Uyku bir hastalık değil. Otuz kırk yıl öncesine
kadar insanların en tabi ihtiyacıydı.
— Nasıl?
— Evlat. Anka gribi salgını doğal
olarak ortaya çıkmadı. Hastalığa müdahale ettiğini söylediğin Masivar’ın laboratuarında
bazı virüslerin genleriyle oynanarak üretildi. Ve bir şekilde dışarıya sızdı
veya sızdırıldı. Ama o bunu ört bas etmeyi başardı. Seyirci kaldığını
söylediğin hükümetler bir aşı bulunabilmesi için ona güvenerek tüm desteklerini
verdiler. Birkaç yıl sonra iki bilim adamı bir aşı geliştirdi. Henüz deneme
aşaması atlatılmamıştı ama Masivar bunu bir an önce pazarlamak istiyordu. Bilim
adamlarından biri bunu kendi üzerinde denedi. Aşı işe yarıyordu. İnsan
bünyesini kuvvetlendiriyor, hastalıklara karşı çok daha dirençli hale
getiriyordu. Yine de tam netice belli olmadan aşı piyasaya sürüldü. Diğer bilim
adamı bu uygulamanın daha büyük felaketlere yol açabileceğini öngörerek aceleye
getirilmesini engellemeye çalışsa da başarılı olamayınca ortadan kayboldu. Kısa
bir süre sonra aşının bir yan tesiri ortaya çıktı. İnsanlar artık uyumaya
ihtiyaç duymuyorlardı. Bu olumlu bir tesir olarak algılandı. Nrem uykusunun
uyurken yaptığı vücudu tamir işlemi artık uyanıkken yerine geliyordu. Masivar
“İnsan ömrünü üçte bir uzatıyoruz” sloganıyla formülü tüm dünyaya pazarladı. Bu
gelişmeden sonra seninde söylediğin gibi neredeyse tüm insanlık aşılandı.
Onlardan türeyen ikinci nesil, uykuya ihtiyaçsız doğuyordu. Masivar da dünyanın
en büyük şirketi Masiva’yı kurarak zenginliği ve gücü ele geçirdi.
— Anlattıkların inanılır gibi
değil.
— İnanıp inanmamakta serbestsin.
Ama şunu bil ki formülü üzerinde deneyen bilim adamı senin babandı. Sende, ilk
ikinci nesilsin.
— Sende ortadan kaybolan bilim
adamı olmalısın.
Başını sallayarak onayladı ihtiyar.
Ve devam etti;
— Senin uyuyabiliyor olman ilk
olmanla ilgili bir durum olmalı. Sanırım formül gelişimini tamamlamadan annen
hamile kalmış olmalı.
İnanmak istemese de taşların
sanki yerine oturmaya başladığını hissetti genç. İhtiyar anlatmaya devam etti;
— Masiva bundan sonra boş durmadı
tabi. Bu zenginliğiyle uykuya ihtiyacı olmayan yirmi dört saat
çalıştırabileceği köleler ordusu kurdu kendine. Tüm bilim adamlarını satın
alabiliyordu. Birbirini iten bileşik maddeler keşfedilince, enerji takviyesiyle
yerçekimine karşı durabilen gök kenti inşa etti ve kalburüstü insanlarla
birlikte bütün çalışmalarını buraya taşıdı. Şirketin ismini kente verdi. Bu
arada formülün ikinci bir yan tesiri daha ortaya çıktı. Her ne kadar nrem
uykusunun fiziksel tamiri uyanıkken gerçekleşse de rem uykusunun duygusal
tamiri gerçekleşmediği için insanlar asabileşti. Sebepsiz intiharlar,
cinayetler aldı başını gitti. İnsanlar depresyona girip zihinsel ve duygusal
kimliklerini yitirdiler. Herkes patlamaya hazır bir bomba gibiydi. Bu önlenemez
öfke seli ile şehirleri yıktılar. Bilinçlerini yitirip vahşi hayvanlar gibi davranmaya
başladılar. Üreme de tamamen durdu bu arada. Bence insanlık tarihinin en büyük
krizi buydu ve hala devam ediyor. Hala bilinçsizce insanlar birbirini
öldürüyor.
— Peki, ilkeller… Yani
yeryüzündekiler bundan etkilenirken Masiva’dakiler neden etkilenmedi?
— Tam bilemiyorum. Sanırım bir
şekilde duyguların etkisini yok etmeyi başardılar. Kimyasal bir formül ya da ne
bileyim frekanslar yardımıyla.
Genç her akşam yemek yedikleri mekândaki
tanımsız uğultuyu hatırladı birden.
— Sanırım her ikisiyle birden,
dedi. Peki, siz neden etkilenmediniz?
— Bende dâhil burada ki hiç kimse
aşılanmadı. Normal insanlarız yani.
— Anka gribi salgını doğal
yollarla atlattınız yani.
— Benim bu konuda çalışmalarım
devam ettiyse de genelde evet.
— Peki, Masivar yeryüzündeki
insanları kurtarmak için hiçbir girişimde bulunmadı mı?
— Kurtulmalarını değil, yok
olmalarını istiyordu. O yerden bir kilometre yüksekte güvenliğini sağlamıştı.
İhtiyaç duyabileceği kişileri yanına almış, kendi kuracağı dünya ile
ilgileniyordu. Bunun için siz ikinci nesillerden çok şeyi gizledi. Hatta
şimdilik üremenize bile izin verdiğini sanmıyorum. Masiva dışına çıkmana nasıl
izin verdiğini de hala anlamış değilim.
— Çıkışımın izinli olduğu
söylenemez.
— Bu, durumu açıklıyor.
— Masivarın idealleri
doğrultusunda yeni bir dünya kurmak istediğini kabul etsem bile, o çok yaşlı.
Bunu nasıl gerçekleştirecek?
— Bu soruyu bende kendime çok
sordum evlat. Sanırım o ölümsüzlüğün peşinde. Bunun için de her şeyi yok
edebilir.
— Olamaz!
— Bir an önce durdurulmaz ve
uykusuzluğun çaresi bulunmazsa insan ırkı tamamen yok olacak.
— Bir çaresi olmalı.
— Aslında bir çaresi var.
Aklından geçenleri okumak
istercesin yüzüne bakan gencin gözlerine dikti gözlerini.
— Çare, sensin…
“Nasıl” der gibi baktı genç.
— Baban seni buraya boşuna
yollamadı evlat. Aşılı neslinden gelen tek uyuyabilen sensin. Kanından panzehir
geliştirebiliriz.
— Emin misin?
— Evet evlat. Sen ikinci şanssın.
İhtiyar haklı çıkmıştı. Kısa
sürede panzehiri geliştirip, insanların hala yaşamakta olduğu ulaşabildikleri
su ve yiyecek kaynaklarına bulaştırdılar. Yapılacak tek bir iş kalmıştı.
İhtiyarın karşı çıkmalarına
rağmen, fazla bir zarar görmeyen Uja4’e binerek Masiva’ya geri döndü genç. Hikâyesi
hazırdı. Babasının vasiyeti üzerine bir sırrı araştırmak üzere yeryüzüne
gittiğini söyledi. Şüpheyle yaklaşılsa da, sırrın ölümsüzlük üzerine olduğunu
açıklaması ceza almasına engel olduğu gibi tüm imkânların önüne sunulmasına da
sebep oldu. Kulaklarında ihtiyar doktorun oradan ayrılmadan evvel söylediği son
sözler vardı hep. ‘Rüyalar bazen insanlara bir şeyler fısıldar evlat, yeter ki
doğru yorumu fark et.’ Bir hafta süre istedi. Bir kaç deney yaptıktan sonra beklenen
açıklamayı yapacaktı. Beklenen gün gelmişti nihayet.
Masivar ve konseyi merkez adadaki
toplantı salonunda açıklama için gelişini bekliyorlardı. Gülümseyen bir
çehreyle salona girdi genç. Meraklı gözlerle kendini izleyen konseyi tek tek
süzdükten sonra “sanırım vakti geldi” dedi. “Yeryüzünden görüntü alabilir
miyiz?”
Konseyden başkasının bu
görüntülere ulaşmasının yasak olduğunu biliyorum ama bu gerekli’ diyerek devam
etti. Masivar’ın başını eğerek verdiği onaydan sonra istenen görüntüler üç boyutlu
olarak salonun ortasında belirdi.
— İlkeller, dedi biri.
— Bir tuhaflık var, dedi bir
diğeri.
— Bakın oldukları yerde düşüp
ölüyorlar.
— Hayır, sanırım ölmüyorlar.
Bunlar… Bunlar uyuyorlar.
— Nasıl olur?
— Kriz bitti. İnsanlık, onlardan
kırk yıldır esirgediğiniz tarihinin en hasret dolu uykusunu uyuyor, dedi genç.
— Bizi oyuna getirdi, diyerek
ayağa fırladı Masivar.
Gülümsedi genç;
— Öyle de denilebilir. Her neyse.
Onlar uykudan sonra kuracakları yeni bir dünya için hazır olacaklar.
Cebinden çıkardığı kumandaya
benzer bir aletteki kırmızı düğmeye bastıktan sonra yere uzandı.
— Benim uyku vaktim geldi.
Sizlerde anın tadını çıkarın.
— Çabuk olun, dedi Masivar. Şehri
sabote etmiş olmalı.
Sözlerinin devamını getiremeden
şiddetli bir patlama sesi duyuldu. Ve takip eden, on iki patlama daha. Masiva
isimli gök kent parçalanarak yeryüzüne düşerken, dağın doruklarında gülümser
buldu kendini genç adam. Bedeniyle teması kesilen bölgelerin yıkılmasına
aldırmadan ayağa kalktı. Bencilce yalnız kendine ait görüp sarılınan
değerlerin, başkalarının yok oluşuna sebep olabileceğini görmüştü. ‘İnsanoğlu
bu ikinci şansını iyi değerlendirir umarım’, diye düşündü. ‘Neden’-lerinin
cevabını almış olmanın huzuruyla kendini boşluğa bıraktı.
Faruk Yılmazer
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder