8 Aralık 2018 Cumartesi

Uykudan Sonra (Hikaye)

Gözlerini açtığında, kolları iki yana uzanmış sırt üstü yatar pozisyonda buldu kendini. “Hayır, yine mi?” diye, korku ve umutsuzluk yüklü bir ses tonuyla mırıldandı. Kim bilir kaçıncı keredir gördüğü rüyanın içindeydi yine. Tabana doğru piramit şeklinde genişleyen oldukça yüksek bir dağın, vücut şeklini almış doruklarındaydı. ”Bu sefer daha fazla direnmeliyim” dedi. Uzunca bir süre, güneş ışınlarının vücudunu delip geçmek istercesine vuruşuna aldırmayarak kımıldamadan yattı. Artık dayanamayacağını anladığında, elleriyle yüzünü örttü. Dağın el ve kollarıyla teması kesilen bölümü, büyük bir gürültüyle çöktü. Durumunu kabullenerek kollarını boşluğa uzatmaktansa doğrularak oturmayı tercih etti ve olduğu yerde vücudunu döndürerek ayaklarını boşluğa uzattı. Bedeniyle teması kesilen bölgelerin çöküşü aynı gürültüyle kendini tekrarladı. Dağın doruğunda yapayalnız ve kımıldamaya bile korkarak otururken asla içinden çıkamadığı “nedenler” beynini kemiriyor, bir an önce uyanmayı diliyordu artık.

Kendisini şaşkınlıkla inceleyen yaşlı bir adamla göz göze geldi uyandığında. “Hey” dedi, ihtiyar adam. “İkinci nesil bir Masiva’lının uyuduğunu ilk defa görüyorum. Üstelik rüya bile görüyordun.” Küçümseyerek baktı ihtiyara. ”Hala yok olmamış bir ilkel” diye düşündü.
— Neredeyim ben?
— Olman gereken yerden çok uzakta, benim yeraltı sığınağımdasın. Uja4 (tek kişilik uçan araba) ile üstümüzdeki ormana düştüğünü gözlemledik. Takip eden korumaların, durumuna bakmak yerine, geri dönmeyi tercih edince seni buraya getirdik. Şerit rozetlerine bakılırsa önemli biri olmalısın.
İhtiyarın kullandığı çoğul ifade bulunduğu mekâna göz gezdirmesine yol açtı. Buradaki tek ilkelin o olmadığını başkalarının da olduğunu gördü. Doğruldu. ”Belki” dedi. Kısa bir suskunluktan sonra;
— Onlar korumam değildi, beni takip ediyorlardı sadece. Aslında ormana düşmedim. Daha doğrusu, bilerek düştüm. Ancak bu şekilde peşimdekilerden kurtulabileceğimi biliyordum.
Söylediklerini dikkatle dinleyen ihtiyarın gözlerinin içine bakarak devam etti;
— Ben birini arıyorum. Hala yaşadığından dahi emin olmadığım birini. Dr. Talip Öz’ü…
— Neden arıyorsun doktoru?
— Bir vasiyeti yerine getirmek için. Hatta bunun için yeryüzüne inme konusundaki yasağını çiğneyerek Masiva’ya ihanet ettim. Bunun için kendimi belki de hiç affetmeyeceğim.
— Masiva’dakiler uyuyabildiğini biliyor mu?
— Hayır.
— Öyleyse ilk ihanetin sayılmaz.
— Her neyse. Ben Dr. Şahin Ak’ın oğluyum. O geçen hafta öldü. Bir süre önce bana bu bölgenin koordinatlarını vermiş, ölümü durumunda Dr. Talip Öz’ü bularak onunla görüşmemi istemişti.
İhtiyar gözlerini iyice kısarak; “Demek başından beri burada olduğumu biliyordu…” diye mırıldandı. Açıklama bekleyen gözlerle kendine bakan gence döndü;
— Aradığın kişi benim evlat. Baban için üzüldüm.
 “Neden?” diyebildi genç. Babası neden bu ilkel ihtiyarla görüşmesini istemişti. Onca aradığı neden arasından en azından bunun cevabını almalıydı. ”Gel benimle.” dedi ihtiyar. Takip ettiğinde bulundukları bölmeden çok daha büyük bir mekâna geçtiler. Ortamın ilkelliğine rağmen yine de oldukça iyi sayılabilecek bir laboratuardı burası. “Önce bana cevap ver” dedi ihtiyar.
— Masiva hakkında ne biliyorsun?
— Bundan yaklaşık kırk yıl önce Anka gribi ismi verilen büyük bir salgın krizi başlamış dünyada. Atlatıldığı sanıldıkça değişik periyotlarda hortlayıp insan nüfusunun yarıdan fazlasını yok etmiş. O zamanın dünya hükümetleri bu konuda hiçbir önlem almayıp seyirci kalmışlar insan ırkının nerdeyse yok oluşuna. Aydınlık liderimiz Masivar’ın liderliğinde bir gurup bilim adamı insan vücudunu daha dirençli kılan bir aşı geliştirmiş, hemen hemen yaşayan herkesi aşılayarak bu gidişata “dur” demişler. Buna rağmen insanlar bir süre sonra Masivar’ı yok etmeye çalışmış. O da kendisini destekleyenlerle beraber bugün yaşamış olduğumuz merkez ada ve on iki adacıkdan oluşan gök kenti yani Masiva’yı kurarak, yeryüzünün ilkel insanlarıyla ilişkisini kesmiş. Artık insanoğlunun geleceği ile ilgili çalışmalar burada yapılıyor. Babam ona sadık bir bilim adamıydı bende öyleyim. Onun çalışmalarını artık ben devam ettireceğim.
— Demek bildiğin bu, dedi ihtiyar. Kafanda ki “neden” sorularının cevabını almak istiyorsan beni çok iyi dinlemelisin. Ama önce gerçekleri görmek için Masiva’ya sırt dönmen gerektiği gerçeğini kabullenmelisin.
Tekrar küçümseyerek baktı ihtiyara. Bu ilkel insan ona ne anlatabilirdi ki? Yine de sorularına cevap alabilme umudu dinlemeye teşvik etti onu. Hem nasılsa gelmişti artık oraya kadar. ”Dinliyorum” dedi.
— Masiva’dakilerin uyuduğunu bilip bilmediklerini sorduğumda, bilmediklerini söylemiştin. Bunu kendi başına gizleyemezdin. Sanırım bu konuda baban yardımcı oldu.
— Evet.
— Sence neden bunu gizleme gereği duydu?
— Bilemiyorum. Sanırım oradakilerin bir hastalığa sahip olduğum fikrine kapılmalarını istemedi.
— Sence uyku bir hastalık mı?
— Bilmiyorum. Sanırım öyle olmalı.
İhtiyar, elindeki bir alete bastığında odanın ortasında tavandan aşağıya doğru inen bir ekran belirdi. Ekranda uyuyan insan görüntüleri slayt şeklinde ilerliyordu. Şaşkınlıkla bakan gence döndü.
— Bunlar kriz öncesinden kalma uyuyan insan resimleri… Evlat! Uyku bir hastalık değil. Otuz kırk yıl öncesine kadar insanların en tabi ihtiyacıydı.
— Nasıl?
— Evlat. Anka gribi salgını doğal olarak ortaya çıkmadı. Hastalığa müdahale ettiğini söylediğin Masivar’ın laboratuarında bazı virüslerin genleriyle oynanarak üretildi. Ve bir şekilde dışarıya sızdı veya sızdırıldı. Ama o bunu ört bas etmeyi başardı. Seyirci kaldığını söylediğin hükümetler bir aşı bulunabilmesi için ona güvenerek tüm desteklerini verdiler. Birkaç yıl sonra iki bilim adamı bir aşı geliştirdi. Henüz deneme aşaması atlatılmamıştı ama Masivar bunu bir an önce pazarlamak istiyordu. Bilim adamlarından biri bunu kendi üzerinde denedi. Aşı işe yarıyordu. İnsan bünyesini kuvvetlendiriyor, hastalıklara karşı çok daha dirençli hale getiriyordu. Yine de tam netice belli olmadan aşı piyasaya sürüldü. Diğer bilim adamı bu uygulamanın daha büyük felaketlere yol açabileceğini öngörerek aceleye getirilmesini engellemeye çalışsa da başarılı olamayınca ortadan kayboldu. Kısa bir süre sonra aşının bir yan tesiri ortaya çıktı. İnsanlar artık uyumaya ihtiyaç duymuyorlardı. Bu olumlu bir tesir olarak algılandı. Nrem uykusunun uyurken yaptığı vücudu tamir işlemi artık uyanıkken yerine geliyordu. Masivar “İnsan ömrünü üçte bir uzatıyoruz” sloganıyla formülü tüm dünyaya pazarladı. Bu gelişmeden sonra seninde söylediğin gibi neredeyse tüm insanlık aşılandı. Onlardan türeyen ikinci nesil, uykuya ihtiyaçsız doğuyordu. Masivar da dünyanın en büyük şirketi Masiva’yı kurarak zenginliği ve gücü ele geçirdi.
— Anlattıkların inanılır gibi değil.
— İnanıp inanmamakta serbestsin. Ama şunu bil ki formülü üzerinde deneyen bilim adamı senin babandı. Sende, ilk ikinci nesilsin.
— Sende ortadan kaybolan bilim adamı olmalısın.
Başını sallayarak onayladı ihtiyar. Ve devam etti;
— Senin uyuyabiliyor olman ilk olmanla ilgili bir durum olmalı. Sanırım formül gelişimini tamamlamadan annen hamile kalmış olmalı.
İnanmak istemese de taşların sanki yerine oturmaya başladığını hissetti genç. İhtiyar anlatmaya devam etti;
— Masiva bundan sonra boş durmadı tabi. Bu zenginliğiyle uykuya ihtiyacı olmayan yirmi dört saat çalıştırabileceği köleler ordusu kurdu kendine. Tüm bilim adamlarını satın alabiliyordu. Birbirini iten bileşik maddeler keşfedilince, enerji takviyesiyle yerçekimine karşı durabilen gök kenti inşa etti ve kalburüstü insanlarla birlikte bütün çalışmalarını buraya taşıdı. Şirketin ismini kente verdi. Bu arada formülün ikinci bir yan tesiri daha ortaya çıktı. Her ne kadar nrem uykusunun fiziksel tamiri uyanıkken gerçekleşse de rem uykusunun duygusal tamiri gerçekleşmediği için insanlar asabileşti. Sebepsiz intiharlar, cinayetler aldı başını gitti. İnsanlar depresyona girip zihinsel ve duygusal kimliklerini yitirdiler. Herkes patlamaya hazır bir bomba gibiydi. Bu önlenemez öfke seli ile şehirleri yıktılar. Bilinçlerini yitirip vahşi hayvanlar gibi davranmaya başladılar. Üreme de tamamen durdu bu arada. Bence insanlık tarihinin en büyük krizi buydu ve hala devam ediyor. Hala bilinçsizce insanlar birbirini öldürüyor.
— Peki, ilkeller… Yani yeryüzündekiler bundan etkilenirken Masiva’dakiler neden etkilenmedi?
— Tam bilemiyorum. Sanırım bir şekilde duyguların etkisini yok etmeyi başardılar. Kimyasal bir formül ya da ne bileyim frekanslar yardımıyla.
Genç her akşam yemek yedikleri mekândaki tanımsız uğultuyu hatırladı birden.
— Sanırım her ikisiyle birden, dedi. Peki, siz neden etkilenmediniz?
— Bende dâhil burada ki hiç kimse aşılanmadı. Normal insanlarız yani.
— Anka gribi salgını doğal yollarla atlattınız yani.
— Benim bu konuda çalışmalarım devam ettiyse de genelde evet.
— Peki, Masivar yeryüzündeki insanları kurtarmak için hiçbir girişimde bulunmadı mı?
— Kurtulmalarını değil, yok olmalarını istiyordu. O yerden bir kilometre yüksekte güvenliğini sağlamıştı. İhtiyaç duyabileceği kişileri yanına almış, kendi kuracağı dünya ile ilgileniyordu. Bunun için siz ikinci nesillerden çok şeyi gizledi. Hatta şimdilik üremenize bile izin verdiğini sanmıyorum. Masiva dışına çıkmana nasıl izin verdiğini de hala anlamış değilim.
— Çıkışımın izinli olduğu söylenemez.
— Bu, durumu açıklıyor.
— Masivarın idealleri doğrultusunda yeni bir dünya kurmak istediğini kabul etsem bile, o çok yaşlı. Bunu nasıl gerçekleştirecek?
— Bu soruyu bende kendime çok sordum evlat. Sanırım o ölümsüzlüğün peşinde. Bunun için de her şeyi yok edebilir.
— Olamaz!
— Bir an önce durdurulmaz ve uykusuzluğun çaresi bulunmazsa insan ırkı tamamen yok olacak.
— Bir çaresi olmalı.
— Aslında bir çaresi var.
Aklından geçenleri okumak istercesin yüzüne bakan gencin gözlerine dikti gözlerini.
— Çare, sensin…
“Nasıl” der gibi baktı genç.
— Baban seni buraya boşuna yollamadı evlat. Aşılı neslinden gelen tek uyuyabilen sensin. Kanından panzehir geliştirebiliriz.
— Emin misin?
— Evet evlat. Sen ikinci şanssın.

İhtiyar haklı çıkmıştı. Kısa sürede panzehiri geliştirip, insanların hala yaşamakta olduğu ulaşabildikleri su ve yiyecek kaynaklarına bulaştırdılar. Yapılacak tek bir iş kalmıştı.

İhtiyarın karşı çıkmalarına rağmen, fazla bir zarar görmeyen Uja4’e binerek Masiva’ya geri döndü genç. Hikâyesi hazırdı. Babasının vasiyeti üzerine bir sırrı araştırmak üzere yeryüzüne gittiğini söyledi. Şüpheyle yaklaşılsa da, sırrın ölümsüzlük üzerine olduğunu açıklaması ceza almasına engel olduğu gibi tüm imkânların önüne sunulmasına da sebep oldu. Kulaklarında ihtiyar doktorun oradan ayrılmadan evvel söylediği son sözler vardı hep. ‘Rüyalar bazen insanlara bir şeyler fısıldar evlat, yeter ki doğru yorumu fark et.’ Bir hafta süre istedi. Bir kaç deney yaptıktan sonra beklenen açıklamayı yapacaktı. Beklenen gün gelmişti nihayet.
Masivar ve konseyi merkez adadaki toplantı salonunda açıklama için gelişini bekliyorlardı. Gülümseyen bir çehreyle salona girdi genç. Meraklı gözlerle kendini izleyen konseyi tek tek süzdükten sonra “sanırım vakti geldi” dedi. “Yeryüzünden görüntü alabilir miyiz?”
Konseyden başkasının bu görüntülere ulaşmasının yasak olduğunu biliyorum ama bu gerekli’ diyerek devam etti. Masivar’ın başını eğerek verdiği onaydan sonra istenen görüntüler üç boyutlu olarak salonun ortasında belirdi.
— İlkeller, dedi biri.
— Bir tuhaflık var, dedi bir diğeri.
— Bakın oldukları yerde düşüp ölüyorlar.
— Hayır, sanırım ölmüyorlar. Bunlar… Bunlar uyuyorlar.
— Nasıl olur?
— Kriz bitti. İnsanlık, onlardan kırk yıldır esirgediğiniz tarihinin en hasret dolu uykusunu uyuyor, dedi genç.
— Bizi oyuna getirdi, diyerek ayağa fırladı Masivar.
Gülümsedi genç;
— Öyle de denilebilir. Her neyse. Onlar uykudan sonra kuracakları yeni bir dünya için hazır olacaklar.
Cebinden çıkardığı kumandaya benzer bir aletteki kırmızı düğmeye bastıktan sonra yere uzandı.
— Benim uyku vaktim geldi. Sizlerde anın tadını çıkarın.
— Çabuk olun, dedi Masivar. Şehri sabote etmiş olmalı.
Sözlerinin devamını getiremeden şiddetli bir patlama sesi duyuldu. Ve takip eden, on iki patlama daha. Masiva isimli gök kent parçalanarak yeryüzüne düşerken, dağın doruklarında gülümser buldu kendini genç adam. Bedeniyle teması kesilen bölgelerin yıkılmasına aldırmadan ayağa kalktı. Bencilce yalnız kendine ait görüp sarılınan değerlerin, başkalarının yok oluşuna sebep olabileceğini görmüştü. ‘İnsanoğlu bu ikinci şansını iyi değerlendirir umarım’, diye düşündü. ‘Neden’-lerinin cevabını almış olmanın huzuruyla kendini boşluğa bıraktı.


Faruk Yılmazer

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder