13 Aralık 2018 Perşembe

Durun Kalabalıklar, Bu Cadde Çıkmaz Sokak (Deneme)


Tırnak diplerimin allandığı ve mum alevinin titreyip sallandığı elektriksiz gecenin tenhasında anlamıştım ilk önce zamanın önemini.

Ucu korlanmış iğnenin, ten ile tendeki kıymığın ayırdına varamadığı ortamın loşluğunda, dolduran sen olmazsan birilerinin çöplüğe çevireceği hayat boşluğunda. Ve dahi ciğerlerimi sızlatan marangozhanenin nemli talaş kokusu nahoşluğunda…
Elime kurşun kalemden başka ahşap değdirtmeyen babam, “bir el at bakalım” demişti ilk defa. “Bir el atta boşaltalım şu malzeme yüklü arabayı.”
Bebek… Çocuk… Genç… Olgun… Yaşlı… O gün; takvimden koparılan her yaprağın, ömrün beş vaktinde farklı da olsa mutlaka etkilediğini öğrendim insanı. Diğer tüm vakitler gibi kış kast-ın da yer alanın ikindisi de erken oluyordu. Ve yine erken geçirmeye zorlandığımız başkalaşım süreci, akşamın ve yatsının tüm olasılıklarına hazır olabilmemiz içindi. Kurbağaya dönüşen iribaşlara, şen nağmelerle kuyruk soran farklı kastlara mensup akranlarımız tarafından anlaşılabilir değildi belki bu durum. Fakat prense dönüştürecek prenses busesi görünmüyordu bizim için ufukta. Ya da Gepetto’nun Pinokyo’su gibi hariçten sermaye uzatmıyordu burnumuz.
Kısacası kısmi paylaşımla yükü hafifletmek değildi amaç. “Rahat” komutunu bundan böyle yatsıdan önce duyamama ihtimaline, her daim “hazır ol” komutuyla hazır oldurmaktı. Tekrarı olmayan tecelliler harmanında hiçbir şey göründüğünden 
ve söylendiğinden ibaret değildi. Her şeyin, daima hem ötesi hem berisi vâriddi.
Hazır olmamız gerekenin, yalnızca dünya hayatı olmadığını anlatan takvim yaprakları tehirsiz dökülmeye devam ediyor hâlâ. Yılın son yaprağı da zaman rüzgârına kapıldı nihayet. Bir yenisini alıp duvara asmak ne denli mümkünse, ömrün tekrarı o denli mümkünsüz. Sınav zorlu… Vakit, nefes sayısıyla sınırlı… İstediğimiz sorudan başlamak gibi bir lükse de sahip değiliz üstelik.
Çözüm; rahat yaşamak adına hep daha fazlasını isteyerek terk ettiğimiz rahatı, asıl rahatlama mekânımız için terk etmek. Günde beş vakit hazır ola geçmek, bir ay midemize ve nefsimize daha fazla hâkim olmak, yine gücümüz yetiyorsa belli zaman dilimleri içerisinde kutsal mekânımızı ziyaret etmek.
Zamanla ilgili ve zamanında yapılması gereken bu denli görevimiz varken, bunlara emrolunmadığımız bir yenisini eklemek, kâr mı zarar mı? Yılın başı, sonu hatta tamamı, kaçan bir vakti karşılar mı? Kısmen benzemeye çalıştığına yaranmış tek bir örnek var mı? Hükümsüzün asparagaslarına riayet hak mı, isyan mı? Kuzey kutbundan getirttikleri hediye dağıtan azizin memleketi Fethiye’de sahiden kar var mı?
 “Bir el at demişti” babam. Hem zamanla yaşayacağın zorlukları öğren, hem çorbada tuzun bulunsun. Yani derdim tuz basmak değil yaraya, anlayana katkıda bulunmak.
Birde; Noel virüsünü yurdum insanına enjekte eden zihniyet,  yetinmemiş olmalı ki zaman katliamcısı geyiklerini de musallat etti başımıza. Geyik muhabbetiyle güne başlar ve de bitirir olduk. Gündeme de şöyle göz ucuyla baktık mı yeterli geliyor bize. Tuttuğumuz parti iktidarsa, takımımız şampiyonsa, kesik değilse sular musluklar akıyorsa daha ne olsun değil mi?
Sahi daha ne olsun?
Bir kere eleştiri bizden uzak olsun. Unutma beni eleştirmediğin müddetçe dostumsun. Karşı kutuptaysan serbestsin, aynı frekansta değiliz ki kulağım duysun.
Sonra emir ve yasakların yorumu benim kriterlerime göre olsun. Örtüm ipek olsunda varsın içi boşaltılmış olsun.  Zengin benden olsunda varsın işçisinin hakkına konsun.
Elin ecnebisinden aşağı kalır yanım mı var, tarzım onların ki kadar popüler olsun.
Unuttuk mu yoksa? Kimin kulu, kimin ümmetiyiz? Osmanlı'dan sonra yetim miyiz? Hani günah işlemediğimiz ağızlarla dua edecektik. Hani birbirimiz için ettiğimiz dualar kabul görecekti. Görünen o ki biz dua etmeyi de beceremedik. Sahi yüzde doksan dokuz muydu bizim oranımız? Deve hörgücü gibi mi oldu nefsimiz, örtmeye güç yetiremiyoruz. Hani Hu demeyince eğlenemezdik. Yoksa dört yapraklı yonca filmleri daha mı bir eyledi bizi? Ya da müzekker versiyonları.
Arabesk isyanlarda mı yitirdik duanın gücünü? Yoksa demir perde göçleriyle mi aldı iblis bizden öcünü?
Tuttuğumuz yol çıkmaz sokak.
Sürç-i lisan ettiysek affola…

Faruk Yılmazer



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder