Yerel seçimler yaklaşıyor malum.
Koltuğunu korumayı ve adaylığa aday olmayı düşünenlerde
kımıldanma başladı ufaktan. E hazır başlamışken…
Peşin söyleyeyim, körü körüne biat etmem.
Öyle kitleleri peşinden sürükleyecek lider bir yapımda yok.
Mahalleden muhtar adayı olsam, eşimin oyunu dahi alabileceğim şaibeli. O kadar
yani.
Bir şekilde siyasi partilerden aday adayı olmak için
gereken nakti temin edebilsem bile; aday olmayı başarabildiğim taktirde
pankart, bayrak, flama, lokal kirası ve daha bir sürü ıvır zıvır masrafın
altından kalkabilmem mümkün değil. Seneliğine, kırk ile seksen bin lira arası
para ödeyerek Tıp Fakültesinde okumayı; mezuniyetin ardından hastaların canına
okumayı hesap edenler gibi bir mizacımda yok.
“Ben yaptım oldu” zihniyetine karşıyım. Fikir alırım. Oda
hizmetlisi yahut çaycının dahi, sizin aklınıza dahi gelmeyecek fikirlere sahip
olabileceğini düşünürüm.
Halkın kendisi varken, “danışman” adı altında yüksek
maaşla hizmet verenlere danışmam.
Egosu boyundan yüksek yöneticileri kadromda barındırmam.
Halktan alınan verginin, yine halk için harcanması
taraftarıyım. Üzgünüm…
Kültür, Sanat ve Edebiyat, olmazsa olmazlarım arasındadır.
Bütçede bir kısıntıya gidilecekse eğer, bu konular son şıktır benim için.
An itibarıyla müsait olmasam dahi; kapıma geleni kapıdan
kovanı, kapımdan kovarım. Çetelesi tutulmalı, uygun zamanlar için randevu
oluşturulmalı ve görüşmeliyim bir şekilde.
Önce üst yapının bitirilmesi gerektiğini savunan alt yapı taşeronlarına
kökten karşıyım.
Bir mücadele başlatacaksam eğer; önce sokakları,
kaldırımları haksız işgal eden uyanık esnaftan başlarım. Bütün büyük adamların
çocukken simit satmışlığıyla öğündüğü bir ülkede, seyyarın peşine zabıtaları
salmak olmaz ilk hedefim.
Fırsatçılık zamanlarında, yasaların verdiği yetkiye
dayanarak Tanzim Satış Noktaları, Halk Pazarları oluşturur, karaborsacıların
belini kırarım.
Samimi ve içten olmak…
Halkı sevmek ve şefkatle yaklaşmak; acı ve tatlı
günlerinde yanlarında olmak…
Ve garip gurebaya kulak vermek gibi gereksiz hasletlerimde
var, günümüzde pek geçer akçe olmayan…
Bizim iş, Temel fıkrasına döndü maalesef;
“Temel,
gazetedeki iş ilanı üzerine görüşmeye gelmiş. İş ilanında; üniversite
mezunu, iyi Fransızca konuşan, pazarlama konusunda tecrübeli bir yönetici
arandığı yazıyormuş.
- Hoş
geldiniz, hemen başlayalım. Hangi üniversite mezunusunuz?
-
Üniversite mezunu değilim.
-
Öyle mi? O zaman yabancı dilinize güveniyor olmalısınız.
-
Yabancı dil bilmem.
-
Demek bilmiyorsunuz. O zaman tecrübenize güvenerek geldiniz.
-
Pazarlama konusundan anlamam.
- O
zaman niye geldiniz canım kardeşim?
- Ha
bu işte bana güvenmeyin. Onu demeye geldim.”
Anladınız
siz onu…
Faruk
Yılmazer
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder