Bedeni, hareket
halindeki bir sarı taksinin ön koltuğundaydı belki. Fakat düşünceleri öylesi
derin bir okyanusta kulaç atıyordu ki; anlık anaforlar tarafından dibe
çekildiğinde nefessiz kaldığı anları, fizik bedeni de neredeyse aynen yaşıyordu.
Omzuna dokunan minik el, biranda irkilerek kendine gelmesine hatta yüzeye
çıkarak derin bir nefes alabilmesine vesile olmuştu. Emniyet kemerini eliyle
gevşettikten sonra yarım vücut sola döndü.
- Bak baba. Bunlardan
bizde yok.
Minik parmakların
nereyi hedef aldığını görebilmek için bu kez sağ tarafına döndü. Daha yeşil,
daha renkli bir İstanbul için belediyenin uygulamaya koyduğu Duvar Bahçelerin
birinin önünden geçiyorlardı. Kızı Gülsümün işaret ettiği, o dikey bahçedeki
adını dahi bilmediği çiçeklerden biriydi.
- Ama kızım,
otoyoldayız. Burada duramayız ki, dediğinde taksi şoförü dörtlüleri yakarak
ceplerden birine girmişti bile.
- Ama izin
alabileceğimiz kimse yok.
Küçük kızın gözleri
nemlenmeye başladığında taksi şoförü dayanamadı.
- Hadi kardeşim. Kırma
bu güzel kızımızı.
Yılların şoförüydü.
Karşılaştığı binlerce insan sayesinde insan simsarı olmuş ve bu ailenin
gerçekten büyük bir dertleri olduğunu görür görmez anlamıştı. Üstelik onları
onkoloji servisinin önünden almıştı. Bu da dertlerinin ne olduğunu az çok
anlatmaya yetiyordu.
Şükran duyduğunu ifade
eden gözlerle şoföre baktıktan sonra, “pekâlâ” diyerek indi araçtan. Bariyerin
üzerinden atlayarak çiçeklerle bezenmiş duvara ulaştı. Kızının işaret ettiği
çiçeklerden birini zarar vermeden saksısından çıkarmaya çalıştı. Olmayınca
mecburiyetten yeşil saksısıyla birlikte söktü yerinden.
Az sonra çok az bir yol
kalmış evlerine gitmek üzere küçük kızın şen kahkahaları arasında harekete
geçmişlerdi bile.
*
* *
Terör örgütüyle organik
bağı herkesçe bilinen, ispatlama aşamasında sıkıntılar olduğu için hukuki işlem
başlatılamamış gazetenin son sayfasını da dikkatlice gözden geçirdi Enis. Nihayetinde
aradığını bulamamış olmanın can sıkkınlığıyla buruşturup rastgele fırlatıp
attı. Gazete; televizyon ünitesinin üzerindeki vazoya çarparak yere düşmesine
sebep olduğunda, öfkesinin artçı şoku olan bir sinirli kahkaha patlatarak
söylendi;
- Bu hainlerin her şeyi
zarar…
Cam kırıklarını
toplamak için yere eğildiğinde, gazetenin bulmaca eki gözüne takıldı. Kısa
süreli bir durgunluk yaşadıktan sonra kırıkları toplamaktan vazgeçerek bulmaca
ekini eline aldı. Çalışma masasının üzerine sererek incelemeye başladı. Orta
sayfadaki tam sayfa bulmacayı gördüğünde, eline bir kalem alarak gayrı ihtiyari
çözmeye başladı. Tam bir bulmaca meraklısı olduğundan, soldan sağa ve yukarıdan
aşağı soruları çokta zorlanmadan çözdüğünde hafif geri yaslanarak eserine son
bir defa göz attı.
Yeniden hâsıl olan can
sıkıntısının ardından bulmaca sayfasını da buruşturup atmak üzereydi ki, bu tür
bulmacaların mantığına aykırı olarak sorularla ilgisi olmayan resimlere takıldı
gözleri. Aklından geçenler ışığında açık duran dizüstü bilgisayarının başına
geçti. Büyük resmin denk geldiği kutucukların başlangıç ve bitiş numaralarını
arama motoruna girdi. Sayfanın yönlendirdiği haritayı büyüttüğünde gözleri
parladı. Küçük resmin sayısal değerlerini de gazete üzerine not ettikten sonra
kolundaki saate göz attı. Hemen cep telefonunu eline alarak ezberinde olan numaraları
tuşladı.
- Sanırım haberleşme
sistemlerini deşifre ettim amirim. Bir saatimiz var.
*
* *
Balkon kapısının iç
tarafından, balkonda eğlenen yavrularını izliyordu adam ve kadın. Gözlerindeki
yaşı, kolunu yüzüne götürerek sildikten sonra kadın;
- Ne kadar mutlu…
- Evet hayatım.
Tekrar akmaya başlayan
gözyaşlarını serbest bıraktı bu defa.
- Bunun gerçekten
başımıza geldiğine inanamıyorum. Ne yapacağız?
- Allah’a sığınıp
elimizden gelen her şeyi yapmaya çalışacağız.
Dik duruşunu bozmamaya
gayret ederek devam etti adam;
- Küba’da bu hastalığın
çaresinin bulunduğunu okumuştum gazetelerde. Belki de onu Küba’ya götürmeliyiz.
- Nasıl? Hangi parayla?
- Bilmiyorum hayatım.
Ama Rab’bimin mucizeleri bitmez. Derdi veren, dermanını da verir elbet.
Eşinin başka bir şey
söylemesine fırsat vermeden, kapıyı açarak balkona çıktı adam. Gelirken
aldıkları plastik saksıya toprak dolduran kızının yanına çömeldi.
- Gerçektende bu
çiçekten bizde yokmuş.
Envai çeşit çiçekle
dolu olan çekme katın geniş balkonunu şen kahkahasıyla çınlattı küçük kız.
- Söylemiştim baba.
- Dur sana yardım
edeyim.
Dikey bahçeden sökmüş
olduğu yeşil saksıyı önüne çekti adam. İçindeki toprağın bir kısmını
boşalttıktan sonra çiçeği zarar vermeden yerinden çıkarttı. Kızının hazırlamış
olduğu saksıya oturttuktan sonra; az önce boşalttığı toprakları, avuçlarıyla
yeni saksısına doldurmaya başladı.
- Belediyeciler bize
kızmadan bu saksıya başka bir çiçek ekerek yerine götürmemiz lazım, derken
gülümsedi.
Bir yandan avucuna
aldığı toprağın içindeki sert kütleyi ezerek ufalamaya çalıştı. Etrafındaki
topraklar ayrıştığında, elindekinin sertleşen toprak kütlesi değil naylon
parçasıyla sarılarak izole edilmiş farklı bir cisim olduğunu anlayarak
mırıldandı;
- Çok tuhaf. Bu da ne
acaba?
*
* *
Sığındığı cepte, motor
kapağını açarak aracının neden çalışmadığını anlamaya çalışıyor görüntüsü veren
kişi Enis Temiz’den başkası değildi. Bulunduğu mekâna paralel, semt içine
gidilen yoldan birinin kendini izlediğini fark ettiğinde bunu belli etmedi. Cep
telefonunu çıkararak birkaç numara tuşladıktan sonra, bağırarak konuşmaya
başladı;
- Söylediğin her şeyi
denedim usta. Hala çalışmıyor. Sanırım çekici çağırmam gerekecek.
Sözlerini
tamamladığında, bir süredir kendisini izleyen şahsın aşağı inebilmek için hamle
yaptığını gördü. Dikey bahçenin bitimindeki dar yokuş alandan aşağı inmeye
çalışan adamı göz ucuyla takibe aldı. Kılığından kendi halinde bir evsiz olduğu
izlenimi veren adamın beklediği kişi olup olmadığına emin olamadı. Neticede pek
çok evsiz şahıs o bölgede yaktıkları ateşin çevresinde sabahlıyordu.
Yarı mesafeyi aştıktan
sonra evsiz adamın aşağı doğru yuvarlanmaya başladığını gördü. Adam düştüğü
yerden kalkmayınca koşarak yanına gitti. Yüzüstü yerde yatan adamı çevirerek
neler olduğunu anlamaya çalıştı. Göğüs kısmındaki kanı gördüğünde, başını
otoyolun karşı tarafına çevirdi. Gözleriyle hızlıca taradığı binalarda bir
hareket gözlemleyemeyince yakasına gizlenmiş mikrofona konuştu.
- İçimizde bir hain
var. Adamımız kör bir kurşunla indirildi.
Bölgeyi, “Olay Yeri
İnceleme” ekibine bırakarak acele büroya döndü Enis. Belki de yaptığı işte yeni
olmanın verdiği cesaretle çat kapı amirinin odasına girdi;
- Üzgünüm efendim. Yine
elimiz boş kaldı.
- Bence yanılıyorsun.
Bu sefer elimiz o kadar da boş değil.
O ana kadar fark
etmediği odadaki ikinci şahısla göz göze geldi önce Enis. Sonra amirinin devam
cümlesi kulaklarında çınladı.
- Bu beyefendi bölgeden
müthiş bir hediye getirmiş bize.
Amirinin elindeki
taşınabilir belleği gördüğünde gözleri parlayarak ziyaretçiye konuştu;
- Eğer bu tahmin
ettiğim şeyse… Dile benden ne dilersen…
*
* *
Çalmaya başlayan cep
telefonunu sağ eliyle cebinden çıkardı adam. Arayan numarayı gördüğünde, sol
avucunun içindeki eşinin avucunu daha bir sıkarak gülümsedi.
- Buyur Enis Kardeşim.
- Daha evvel
arayamadığım için kusura bakmayın. Biraz meşguldüm. Nasılsınız? Minik yeğenim
nasıl?
- Çok iyi Enis Kardeş…
Çok iyi. Tedaviye olumlu cevap verdi. Buradan sağlığına kavuşmuş olarak
döneceğiz inşallah.
- İşte bu çok güzel bir
haber…
- Yaptıkların için çok
teşekkür ederim kardeşim. Sen olmasan biz buraya asla gelemezdik.
- Asıl ben teşekkür
ederim. Sen olmasaydın, ihanet şebekesini asla bu denli deşifre edemezdik.
Üstelik içimize kadar sızmışlarken…
Gerçektende haberleşme
mevkiini bulmuş olmalarına rağmen, aradıklarının ne olduğunu bilmedikleri için
taşınabilir belleği bulmaları; içindeki bilgileri çözerek gizli kalmayı
başarmış binlerce kripto haini tespit edebilmeleri çok güçtü.
Telefonunu kapattıktan
sonra eşine yüzüne sevgiyle baktı adam;
- Ben sana demedim mi,
Rab’bimin mucizeleri bitmez diye?
Faruk Yılmazer
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder