7 Aralık 2018 Cuma

Çiçek Hırsızı (Hikaye)


Bedeni, hareket halindeki bir sarı taksinin ön koltuğundaydı belki. Fakat düşünceleri öylesi derin bir okyanusta kulaç atıyordu ki; anlık anaforlar tarafından dibe çekildiğinde nefessiz kaldığı anları, fizik bedeni de neredeyse aynen yaşıyordu. Omzuna dokunan minik el, biranda irkilerek kendine gelmesine hatta yüzeye çıkarak derin bir nefes alabilmesine vesile olmuştu. Emniyet kemerini eliyle gevşettikten sonra yarım vücut sola döndü.
- Bak baba. Bunlardan bizde yok.
Minik parmakların nereyi hedef aldığını görebilmek için bu kez sağ tarafına döndü. Daha yeşil, daha renkli bir İstanbul için belediyenin uygulamaya koyduğu Duvar Bahçelerin birinin önünden geçiyorlardı. Kızı Gülsümün işaret ettiği, o dikey bahçedeki adını dahi bilmediği çiçeklerden biriydi.
- Ama kızım, otoyoldayız. Burada duramayız ki, dediğinde taksi şoförü dörtlüleri yakarak ceplerden birine girmişti bile.
- Ama izin alabileceğimiz kimse yok.
Küçük kızın gözleri nemlenmeye başladığında taksi şoförü dayanamadı.
- Hadi kardeşim. Kırma bu güzel kızımızı.
Yılların şoförüydü. Karşılaştığı binlerce insan sayesinde insan simsarı olmuş ve bu ailenin gerçekten büyük bir dertleri olduğunu görür görmez anlamıştı. Üstelik onları onkoloji servisinin önünden almıştı. Bu da dertlerinin ne olduğunu az çok anlatmaya yetiyordu.
Şükran duyduğunu ifade eden gözlerle şoföre baktıktan sonra, “pekâlâ” diyerek indi araçtan. Bariyerin üzerinden atlayarak çiçeklerle bezenmiş duvara ulaştı. Kızının işaret ettiği çiçeklerden birini zarar vermeden saksısından çıkarmaya çalıştı. Olmayınca mecburiyetten yeşil saksısıyla birlikte söktü yerinden.
Az sonra çok az bir yol kalmış evlerine gitmek üzere küçük kızın şen kahkahaları arasında harekete geçmişlerdi bile.

* * *

Terör örgütüyle organik bağı herkesçe bilinen, ispatlama aşamasında sıkıntılar olduğu için hukuki işlem başlatılamamış gazetenin son sayfasını da dikkatlice gözden geçirdi Enis. Nihayetinde aradığını bulamamış olmanın can sıkkınlığıyla buruşturup rastgele fırlatıp attı. Gazete; televizyon ünitesinin üzerindeki vazoya çarparak yere düşmesine sebep olduğunda, öfkesinin artçı şoku olan bir sinirli kahkaha patlatarak söylendi;
- Bu hainlerin her şeyi zarar…
Cam kırıklarını toplamak için yere eğildiğinde, gazetenin bulmaca eki gözüne takıldı. Kısa süreli bir durgunluk yaşadıktan sonra kırıkları toplamaktan vazgeçerek bulmaca ekini eline aldı. Çalışma masasının üzerine sererek incelemeye başladı. Orta sayfadaki tam sayfa bulmacayı gördüğünde, eline bir kalem alarak gayrı ihtiyari çözmeye başladı. Tam bir bulmaca meraklısı olduğundan, soldan sağa ve yukarıdan aşağı soruları çokta zorlanmadan çözdüğünde hafif geri yaslanarak eserine son bir defa göz attı.
Yeniden hâsıl olan can sıkıntısının ardından bulmaca sayfasını da buruşturup atmak üzereydi ki, bu tür bulmacaların mantığına aykırı olarak sorularla ilgisi olmayan resimlere takıldı gözleri. Aklından geçenler ışığında açık duran dizüstü bilgisayarının başına geçti. Büyük resmin denk geldiği kutucukların başlangıç ve bitiş numaralarını arama motoruna girdi. Sayfanın yönlendirdiği haritayı büyüttüğünde gözleri parladı. Küçük resmin sayısal değerlerini de gazete üzerine not ettikten sonra kolundaki saate göz attı. Hemen cep telefonunu eline alarak ezberinde olan numaraları tuşladı.
- Sanırım haberleşme sistemlerini deşifre ettim amirim. Bir saatimiz var.

* * *

Balkon kapısının iç tarafından, balkonda eğlenen yavrularını izliyordu adam ve kadın. Gözlerindeki yaşı, kolunu yüzüne götürerek sildikten sonra kadın;
- Ne kadar mutlu…
- Evet hayatım.
Tekrar akmaya başlayan gözyaşlarını serbest bıraktı bu defa.
- Bunun gerçekten başımıza geldiğine inanamıyorum. Ne yapacağız?
- Allah’a sığınıp elimizden gelen her şeyi yapmaya çalışacağız.
Dik duruşunu bozmamaya gayret ederek devam etti adam;
- Küba’da bu hastalığın çaresinin bulunduğunu okumuştum gazetelerde. Belki de onu Küba’ya götürmeliyiz.
- Nasıl? Hangi parayla?
- Bilmiyorum hayatım. Ama Rab’bimin mucizeleri bitmez. Derdi veren, dermanını da verir elbet.
Eşinin başka bir şey söylemesine fırsat vermeden, kapıyı açarak balkona çıktı adam. Gelirken aldıkları plastik saksıya toprak dolduran kızının yanına çömeldi.
- Gerçektende bu çiçekten bizde yokmuş.
Envai çeşit çiçekle dolu olan çekme katın geniş balkonunu şen kahkahasıyla çınlattı küçük kız.
- Söylemiştim baba.
- Dur sana yardım edeyim.
Dikey bahçeden sökmüş olduğu yeşil saksıyı önüne çekti adam. İçindeki toprağın bir kısmını boşalttıktan sonra çiçeği zarar vermeden yerinden çıkarttı. Kızının hazırlamış olduğu saksıya oturttuktan sonra; az önce boşalttığı toprakları, avuçlarıyla yeni saksısına doldurmaya başladı.
- Belediyeciler bize kızmadan bu saksıya başka bir çiçek ekerek yerine götürmemiz lazım, derken gülümsedi.
Bir yandan avucuna aldığı toprağın içindeki sert kütleyi ezerek ufalamaya çalıştı. Etrafındaki topraklar ayrıştığında, elindekinin sertleşen toprak kütlesi değil naylon parçasıyla sarılarak izole edilmiş farklı bir cisim olduğunu anlayarak mırıldandı;
- Çok tuhaf. Bu da ne acaba?

* * *

Sığındığı cepte, motor kapağını açarak aracının neden çalışmadığını anlamaya çalışıyor görüntüsü veren kişi Enis Temiz’den başkası değildi. Bulunduğu mekâna paralel, semt içine gidilen yoldan birinin kendini izlediğini fark ettiğinde bunu belli etmedi. Cep telefonunu çıkararak birkaç numara tuşladıktan sonra, bağırarak konuşmaya başladı;
- Söylediğin her şeyi denedim usta. Hala çalışmıyor. Sanırım çekici çağırmam gerekecek.
Sözlerini tamamladığında, bir süredir kendisini izleyen şahsın aşağı inebilmek için hamle yaptığını gördü. Dikey bahçenin bitimindeki dar yokuş alandan aşağı inmeye çalışan adamı göz ucuyla takibe aldı. Kılığından kendi halinde bir evsiz olduğu izlenimi veren adamın beklediği kişi olup olmadığına emin olamadı. Neticede pek çok evsiz şahıs o bölgede yaktıkları ateşin çevresinde sabahlıyordu.
Yarı mesafeyi aştıktan sonra evsiz adamın aşağı doğru yuvarlanmaya başladığını gördü. Adam düştüğü yerden kalkmayınca koşarak yanına gitti. Yüzüstü yerde yatan adamı çevirerek neler olduğunu anlamaya çalıştı. Göğüs kısmındaki kanı gördüğünde, başını otoyolun karşı tarafına çevirdi. Gözleriyle hızlıca taradığı binalarda bir hareket gözlemleyemeyince yakasına gizlenmiş mikrofona konuştu.
- İçimizde bir hain var. Adamımız kör bir kurşunla indirildi.

Bölgeyi, “Olay Yeri İnceleme” ekibine bırakarak acele büroya döndü Enis. Belki de yaptığı işte yeni olmanın verdiği cesaretle çat kapı amirinin odasına girdi;
- Üzgünüm efendim. Yine elimiz boş kaldı.
- Bence yanılıyorsun. Bu sefer elimiz o kadar da boş değil.
O ana kadar fark etmediği odadaki ikinci şahısla göz göze geldi önce Enis. Sonra amirinin devam cümlesi kulaklarında çınladı.
- Bu beyefendi bölgeden müthiş bir hediye getirmiş bize.
Amirinin elindeki taşınabilir belleği gördüğünde gözleri parlayarak ziyaretçiye konuştu;
- Eğer bu tahmin ettiğim şeyse… Dile benden ne dilersen…

* * *

Çalmaya başlayan cep telefonunu sağ eliyle cebinden çıkardı adam. Arayan numarayı gördüğünde, sol avucunun içindeki eşinin avucunu daha bir sıkarak gülümsedi.
- Buyur Enis Kardeşim.
- Daha evvel arayamadığım için kusura bakmayın. Biraz meşguldüm. Nasılsınız? Minik yeğenim nasıl?
- Çok iyi Enis Kardeş… Çok iyi. Tedaviye olumlu cevap verdi. Buradan sağlığına kavuşmuş olarak döneceğiz inşallah.
- İşte bu çok güzel bir haber…
- Yaptıkların için çok teşekkür ederim kardeşim. Sen olmasan biz buraya asla gelemezdik.
- Asıl ben teşekkür ederim. Sen olmasaydın, ihanet şebekesini asla bu denli deşifre edemezdik. Üstelik içimize kadar sızmışlarken…
Gerçektende haberleşme mevkiini bulmuş olmalarına rağmen, aradıklarının ne olduğunu bilmedikleri için taşınabilir belleği bulmaları; içindeki bilgileri çözerek gizli kalmayı başarmış binlerce kripto haini tespit edebilmeleri çok güçtü.
Telefonunu kapattıktan sonra eşine yüzüne sevgiyle baktı adam;
- Ben sana demedim mi, Rab’bimin mucizeleri bitmez diye?

Faruk Yılmazer

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder