Kullandığı aracın direksiyonunu hafif sola
kırarak yolunu değiştirmek istedi genç adam. Sağ koltukta oturan babası, ani
bir refleksle direksiyona yapışarak, hareketine engel oldu. Aklından geçenleri mi
okumuştu?
Öyle olmalıydı.
Garipsediği, babasının bu sıra dışı
özelliği değildi elbette. Nihayetinde, benzer durumlarına defalarca şahit
olmuştu, geçmiş zamanlarda. Yalnız aklını değil, ruhunu okurdu insanın… Derdine
olan düşkünlüğüydü, onu şaşırtan.
- Düz devam et.
- Neden baba? Yeterince üzülmedin mi?
Kelimeler, soru kalıbında dudaklarından
dökülürken, göz ucuyla süzdü, kemalin tüm mertebelerini geride bırakan ihtiyar
adamı. Duygularının vanası kısılmış gibi, ifadesizdi yüzü. Gözlerini yoldan
ayırmadan;
- Lütfen…
- Madem öyle istiyorsun…
Az sonra, hafifte olsa bir tebessüm
belirdi ihtiyar adamın çehresinde. Başını az geriye yatırma sebebinin, görüş
açısını artırmak olduğunu biliyordu genç adam. Bir şeyler söylemek istedi.
Sonra vazgeçti. Hangi kelime, hangi cümle kırgınlıklarına bir yenisini eklemekten
başka bir işe yarayabilirdi ki?
Bulundukları
yolun sağında kalan yüksek binaya odaklanmıştı ihtiyar adamın gözleri.
Gözlemleyebildiği cephesini sarmalayan, devasa reklam panosundaki üç boyutlu
kapıdan başka âlemlere geçiş yapmıştı sanki bir anda… Yine panodaki üç boyutlu kilidi nasıl
açabildiğiyse, başlı başına muamma…
* * *
Gözleriyle taradığı salonda,
karşılaşmayı umduğu yüzleri göremedi ihtiyar adam… İlk defa başı öne düştü, en
başından beri. Kuru kalması, yaşının içe akmasındandı, gözlerinin belli.
- Hakkınızda açılan davanın içeriğini
biliyor musunuz Hasan Nail Bey?
Dava…
Ömrü hayatında ilk defa bir mahkeme salonunda bulunuyordu ihtiyar adam. Hem de
sanık olarak.
- Evet, Sayın Hâkim.
- Yöneticisi olduğunuz apartmanın
parasını, zimmetinize geçirmekle suçlanıyorsunuz. Bu ciddi bir suç… Suçlamaları
kabul ediyor musunuz?
- Şikâyet sahibinin, gerekçesinin ne
olduğu bilmiyorum Sayın Hâkim. Ama isterseniz, ben en başından itibaren
anlatayım. Suçlu muyum değil miyim siz karar verin…
- Buyurun…
- Emekli postacıyım Sayın Hâkim. Kâh
hüzün, kâh sevinç taşıdım yıllarca hanelere. Askerdeki evladından, sevdiğinden
haber bekleyenin, ızdırabını… Mahkeme kararını bekleyenin, endişesini… Sınav
sonucu bekleyenin, heyecanını yüzlerden okumayı öğrendim meslekte. Hani, insan
sarrafı derler ya… İnsan alıp satmadım belki, kuyum niyetine. Ama insanı
okuyabilmenin değeri ölçülebilir mi, hiçbir madenle? Zamane gençleri pek
anlamaz. Onların mektupları, dijital ortamda hemen ulaştığı için muhatabına,
bekleyerek demlenme imkânına sahip değiller maalesef. Yahut demden nasip
alanlardan, nasiplenmeye… Siz anlarsınız Sayın Hâkim. Saçlarınıza kırlar düşmüş
olduğuna göre, siz anlarsınız. İllaki, postacının yolunu gözlediğiniz dönemler
olmuştur. Yahut mektubunuzu; merakını, sabırla yenip bekleyenler… Bahse konu
olan apartmana taşınana kadar hep aynı semtte, aynı evde oturdum, babadan
kalma… Müstakil, önünde küçük bir bahçesi olan şirin bir ev… Anam rahmetli o
evde dünyaya getirmiş beni. Benim evlatlarımda yine aynı evde otururken dünyaya
geldi. Fakat insanlar gibi, binalarda fani Sayın Hâkim. Yıllar, onları da
yoruyor en az bizim kadar. İki erkek evladım var. Rab’bim, herkesin evladını
kendine bağışlasın. Evlenip barklandılar. Kendi yuvalarını kurdular. Bir gün
çağırdım ikisini de. “Gelin, destek verin, bu ata yadigârı evi yıkalım,
yenisini yapalım, o başımıza çökmeden önce dedim.” İstemediler Sayın Hâkim.
Herkesin kesesi ayrı, hesabı ayrı tabi… Bende mecbur kaldım, bir müteahhitle
anlaşmaya. Eşim Hidayet Hatun’un da rızasını alarak, müteahhidin arsa payı
olarak vereceği iki daire mukabilinde, imzayı attım. Allah (c.c.), herkese
hidayet nasip etsin Sayın Hâkim… Neticede, biz dünya uykusundan uyanınca,
evlatlarımın düşleri devam edecekti o dairelerde. Ve belki hayır dua
edeceklerdi arkamdan. İnşaat tamamlanana kadar, kalacak yere ihtiyacımız vardı.
Evlatlarımın hiçbirine yük olmak istemedim. Mecburiyetten, zorunlu ama sınırlı
kiracılık hayatım başladı. Şu an karşınızda bulunma sebebim olan daireye, bu
sebeple taşındım Sayın Hâkim, malumunuz. İkişer daire üzerine inşa edilmiş,
sekiz katlı kocaman bir apartman… Ben o vakte kadar apartman hayatını bilmezdim
Sayın Hâkim. Sandım ki, bütün mahalle üst üste oturuyor. Bir gün bir komşu
geldi kapıya. “Akşama, apartman yönetim kurulu toplantısı var. Buyurun gelin.”
Dedi. Apartman yönetim kurulu nedir, ben nerden bileyim Sayın Hâkim. Davete
icabet etmemek olmaz dedim, gittim. Apartmana yönetici seçilecekmiş. Önceki
yöneticinin süresi dolmuş. Hizmetlerinden de pek memnun değillermiş zaten.
Kendisi ortamda yokken, söylenen buydu Sayın Hâkim. Her ne kadar, şahsıma bu
davayı açan o zatın, toplantıya katılmasının ardından, kimse bunu yüzüne
söylemese de… Her topluluğun bir başı olmalı elbet. Başsızlık, çok başlılık
kadar yıkıcıdır. “Sen emeklisin. Bu iş tam sana göre” dediler. Diğer sakinlerin
bu işe ayıracak vakti yokmuş. Anlayacağınız, sırf davete icabet için katıldığım
toplantıdan, aday bile olmadığım halde “yönetici” olarak çıktım. Üstelik daire
sahibi bile değildim. Hani, en başta demiştim ya Sayın Hâkim… Meslekte, insanı,
duyguları okumayı öğrendim diye. Ben o toplantıda, öfkeyi okudum Sayın Hâkim. Kızgınlığı…
Kırgınlığı… Bıkkınlığı… Küskünlüğü… Dedim ki, bu insanlar için bir şeyler
yapmalıyım. O sebepten kabul ettim yöneticiliği. Yoksa hayatını ayaklarıyla
kazanmış biri olarak, ömrümün son demlerinde baş olmak için değil.
- Şikâyette, apartmanın otoyola bakan
cephesini bir reklam şirketine kiraladığınız söyleniyor.
- Doğrudur Sayın Hâkim.
- Fakat en yüksek meblağı önerene değil,
daha düşük ücret öneren reklam şirketine kiralamışsınız cepheyi.
- Anlatayım Sayın Hâkim. Eski
yöneticiden, hesabı kitabı devraldığım ilk gündü. Hesabı dediysem, hesap
defterini yani… Yoksa apartmana ait tek kuruş para yoktu, kasada. Aynı günün
gecesinde kapım çalındı. Üst katlarda oturan komşulardan üçü ziyarete gelmişti.
Hatır gönül sorma faslından sonra, üçü birden, “Aman Nail Amca. Önümüz kış. Ne
yap et, apartmanın kuzeye bakan cephesini mantolat bu sene” dediler.
- O şahıslar, şu anda mahkeme salonunda
mı?
- Maalesef yoklar Sayın Hâkim…
- Anlıyorum. Siz devam edin.
- Ben mantoyu, zengin Hanımefendilerin
sırtında görmüşüm bir tek Sayın Hâkim. İnsanların, artık evlerini de
giydirdiğini nerden bileyim, bütçesi oranında? Zaten biliyor olsam, mantoyla
değilse de, eski bir gocukla sarmalatır, müteahhide teslim etmezdim baba ocağını.
Neyse… Ben de araştırdım. Farklı firmalardan fiyat aldım. Fiyat aldım ama
kimseden para alamadım Sayın Hâkim. Derdi çeken bilir. Kış ayazını, evinin
içinde hissetmeyen alt katlarda oturan bina sakinleri, karşı çıktılar. “Bizi
ilgilendirmeyen bir sorun için neden para verelim” diye. Benzer bir sorun
yaşayan eski bir dostumla tevafuken karşılaşıp, problemi anlattığımda, “Yahu o
binanın cephesi reklam için müsait… Bir reklam şirketiyle görüşsene… Mantoyu
bedavaya getirdiğin gibi, üste de para alırsın.” Dedi. Bir değil, birkaç
şirketle görüştüm Sayın Hâkim. Biriyle de anlaştım. Eski yöneticide, benden
habersiz birkaç şirketle görüşmüş… Bir gün kapım çalındı;
-
Kim gelmiş, Hidayet Hatun?
-
Alt kat komşumuz Cevdet Bey, gelmiş. Yanında başka bir beyefendi daha var.
Seninle konuşmak isterler Nail Bey.
-
Alsana içeri Hatun…
Konukların,
misafir odasına alınmasının ardından, eski yönetici Cevdet Bey aracılığıyla
tanışma gerçekleşti. Yeni tanışılan şahıs;
-
Nail Bey. Biz Cevdet Beyle görüştük ama o, son kararı verecek olanın siz
olduğunuzu söyledi. Ben, şahsım adıma değil, ünlü bir boya firması adına
yapıyorum bu görüşmeyi.
-
Buyurun…
- Cevdet
Bey, binanın otoyola bakan cephesini, bir reklam şirketine kiralamak
istediğinizi söyledi,
Sevimsiz
bir sırıtmanın ardından devam etti;
-
Hatta bunu, daha önce kendisinin neden düşünemediğine de hayıflandı.
-
Anlıyorum. Yalnız geç kaldınız. Ben bir reklam şirketiyle anlaşmaya vardım
zaten.
Cevdet
Bey araya girdi;
-
Hele bir dinle, Nail Ağabey.
-
Pekâlâ. Mademki, zahmet ettiler, ayağımıza kadar geldiler.
- Bakın.
Biz şirket olarak cepheyi inceledik. Fotoğraflarını, bir boya firmasına
gösterdik. Kesinlikle o alana reklam vermek istiyorlar.
-
Nasıl bir reklam olacak bu?
-
Cepheyi cıvıl cıvıl renklerle boyayacak ve sağ üst köşeye firmanın ismini
yazacaklar. Hem bina güzelleşecek, hem de görsel bir ziyafet sunacak, yoldan
geçenlere…
- Görselin,
ayaza engel olabilme gücü olsaydı; süslü püslü hanımlar kışın kürklere bürünmez,
yalnız makyajla idare ederlerdi durumu.
- Anlayamadım…
Sohbetin
gidişatından memnun olmayan Cevdet Bey, tekrar müdahale etti.
-
Apartmanın üst katlarında oturanlar, kışın evlerini ısıtamamaktan şikâyetçi. O
cepheye manto giydirilmesini istiyorlar. Zaten, reklam alma fikride bu sorun
yüzünden ortaya çıktı.
Sözü,
Hasan Nail Bey aldı.
-
Evet. Tıpkı Cevdet Beyin söylediği gibi...
-
Tamam, ama reklam verenin değişmesinin bunda oynayacağı rolü anlayamadım.
Hasan Nail Bey;
-
Benim anlaşmış olduğum şirket, cepheye bir kilit firmasının reklamını
yerleştirecek. Projeyi inceledim. Cephenin nem almaması için, özel bir kaplama
malzemesiyle açıkta olan tüm alan kaplanacak önce. Sonrasında üç boyutlu
figürler yerleştirilecek alanın üzerine. Yani bir derinliği olacak çalışmanın.
Takdir edersiniz ki, derinliği olanın dayanıklılığı daha ziyade olur.
-
Anlıyorum. Fakat ben yine de teklifimi yapmak istiyorum.
-
Sükûtun değerini, sarraf bilir…
- Af
edersiniz…
-
Önemli değil. Siz teklifinizi yapın.
-
Anlaşmış olduğunuz şirket, size ne önerdiyse, yüzde on daha fazlasını
öneriyorum. Sizin komisyonunuz olan yüzde beşse, istediğiniz hesaba anında
yatırılacak.
Gerginliği
yüzüne yansıdığından olsa gerek, an itibariyle olduğundan en az on yaş daha
genç gösteriyordu Hasan Nail. Eşine seslendi;
-
Hidayet Hatun. Misafirimizin gitme vakti geldi. Yolu gösterir misin?
Ortamı
yumuşatmak isteyen Cevdet;
-
Fakat Nail Ağabey…
-
Hatun… Cevdet Bey’de, misafirimize eşlik edecek.
- İşte böyle Sayın Hâkim. Evvel yaptığım
anlaşmayı bozmam için önerilen fark cüzi, hadsizlik devasaydı. Ben, sizin gibi
okumuş bir adam değilim. Çok şey bilmem. Ama haddimi bilirim. Haddini bilmeyene
de, haddini bildiririm.
- Anlıyorum Hasan Nail Bey. Siz devam
edin lütfen.
- Sorun, bir değildi Sayın Hâkim. Bir- den,
çoktu. Reklam şirketi, anlaşmış olduğumuz parayı hesaba yatırınca önce bozuk
olan asansörleri tamir ettirdim. Sonra, giriş kattaki dairelerin, her yağmurda
su içinde kalmasına sebep olan gider problemini çözdürdüm.
- O dairelerin sahipleri şu anda salonda
mı?
- Maalesef, onlar da yoklar, Sayın Hâkim.
- Peki. Devam edin.
- Binanın giriş katında, depo olarak
kullanılan bir alan vardı. Kime ait olduğunu sorduğumda, apartman sakinlerinin,
daireleri satın aldıkları müteahhidin, o alanı kullandığını öğrendim. Aslında
alan, daire sahiplerinin ortak mülküymüş Sayın Hâkim. Müteahhidin, orada bir
hakkı yokmuş. Tanıdık bir avukat vasıtasıyla, alanı boşalttırarak bedelsiz
işgale son verdirdim. Yine o alanı kiraya vererek, apartmana gelir kaydettim. Sonrada,
elimde kalan sınırlı parayla binanın içini boyattım. Sıkıntı çıkaran su
tesisatını elden geçirttim. Terasa, yüksek bir çatı kondurarak, en üst kattaki
iki dairenin tavan akması problemini giderdim.
- Evet. Dava dilekçesinde bu konu da
var. Tüm bu boya badana, tesisat ve yalıtım işlerini, en cüzi fiyatı verene
değil, tercih ettiğiniz farklı ekiplere yaptırmışsınız.
- Onu da anlatayım Sayın Hâkim.
İhtiyar
adamın, tokalaşmak için uzattığı el; görüşmenin, anlaşma aşamasına geldiğinin
sözsüz ikrarıydı belli ki. Ustanın, kendisine uzatılan eli hoyratça kavrama
şekli de; kurban pazarına sürdüğü
tosunu, değerinin altına vermeyeceği pozuna bürünen celebin aldığı garda
misaldi, bir nevi…
-
İstemiş olduğunuz ücret gayet makul, dedi ihtiyar adam.
Ustanın
şaşkınlığı; alışkanlığına, aykırı akışındandı, olayın;
-
Nasıl yani? Pazarlık yapmayacak mısınız?
-
Hayır, Usta. Yapmayacağım. Sizden önce de birkaç ustayla görüştüm. En uygun
fiyatı dile getiren siz oldunuz. Artık bunun altına inmeye çalışmak, hak
gaspına girer. Yalnız bir ricam var sizden.
-
Buyurun…
-
İşe başlamadan önce, ekibinizdeki diğer arkadaşlarla da konuşmak isterim.
Birkaç
adım geride, konuşulanları sessizce dinleyen genç adamı yanına çağırmasının
ardından;
-
Bu delikanlı, oğlum Tamer, dedi, Usta. Benimle birlikte çalışacak. Birde,
yeğenim Salih var. Tamer’le aynı yaşta… Çalışmaya başladığımızda, o da bize
katılacak.
-
Yanlış anladın Usta. Ben, ekibinizdeki diğer ustalardan bahsediyorum. Yani boya
badana, yalıtım ve tesisat sorunlarıyla ilgilenecek olan ustaların tümüyle.
-
Yok… Yanlış anlamadım Nail Ağabey. Bu işlerin hepsini ben yapacağım. Oğlum ve
yeğenimde bana yardımcı olacak.
-
Fakat el ilanınızda, uzman ekipleriniz olduğunu yazmışsınız.
-
Ben, bu işlerin hepsinde uzman olduğum için, ilanda bir yanlışlık yok.
-
O zaman olmadı bu iş.
-
Neden ki?
-
Bak Usta! Ben, bu yapılacak işlerden anlamam. Nasılını, nicesini bilmem. Ama
bunca yıllık hayat tecrübesinin bana öğrettiği bir gerçek var ki; o da, her
işten anlayanın, hiçbir işten tamamen anlamayacağı gerçeği. Kusura bakma!
Apartmanın parasını, yarım yamalak işlerle ziyan edemem.
-
Fakat… Ben bu işlerin hepsinde gerçekten iyiyim.
-
Sana bir sır vereyim mi, Usta? Her işte en iyi olmak istiyorsan, en iyilerden
kurulmuş bir ekibe sahip olmalısın. Gayrisi hikâye…
- Bahsettiğiniz olay da, bu şekilde vuku
buldu Sayın Hâkim.
- Her ay, en az iki kez, teras katında
çay demleme, katılanlara börek çörek ikram etme savurganlığı için ne
söyleyeceksiniz?
- O nasıl söz, Sayın Hâkim? Konu komşuya
ikramda bulunmanın savurganlık olduğu hangi kitapta yazar? Sağ olsun, eşim
Hidayet Hatun eline beceriklidir. Açtığı böreklerle birlikte, parmaklarınızı da
yersiniz. Ben de, çay demlemekten anlarım az buçuk…
- Yani tüm bu ikramları, kendi
cebinizden yaptığınızı mı söylemek istiyorsunuz?
- Elbette Sayın Hâkim. Başka nasıl
olabilir ki? Yapmış olduğum tüm harcamalar belgeli. Avukatım Salih Bey, size
ibraz etmiş olmalı. Aralarında, ikram ile ilgili tek bir fatura bulamazsınız.
- Anlıyorum. Peki, sizi cebinizden bu
ikramları yapmaya iten sebep neydi?
- Daha önce de dediğim gibi Sayın Hâkim.
Ben, o ilk katıldığım toplantıda kızgınlığı, kırgınlığı, dargınlığı okudum.
Bunlara bir son verilmesi gerekiyordu. Bu ikramların oluşturduğu sohbet ortamı
sayesinde, dargın olan üçüncü ve dördüncü katta oturan komşular barıştı.
Birinci ve beşinci katta oturan iki komşu, ortak bir işyeri açtı. Tam
söyleyemeyeceğim belki ama o sözü kesin bilirsiniz Sayın Hâkim. Gönül muhabbet
ister, çay bahane…
- Bilirim Hasan Nail Bey. Bilirim.
İhtiyar adama verdiği cevabın ardından,
yüzünü, birleştirdiği ellerinin arasına alarak kısa bir süre düşündü Hâkim.
Neden sonra, belli belirsiz bir tebessüm kapladı yüzünü. Nihayetinde;
- Karar… Davalı Hasan Nail Bey, kadir
kıymet bilmeyen insanlara olan iyi niyetinden dolayı suçlu bulunmuştur. Pişman
mısınız Hasan Nail Bey?
- Kesinlikle değilim.
- Yine imkân bulursam, yine yaparım,
diyorsunuz yani?
- Elbette, Sayın Hâkim. Siz, suya
darılıp, karada yaşamaya kalkışan bir balık gördünüz mü hiç? Yahut önlerine bir
parça kemik atıldığında, dalaşmayan iki köpek… Yuvasını, alçağa inşa eden bir
kuş… Göremezsiniz. Çünkü o hayvancağızların fıtratına aykırıdır tüm bunlar.
İnsanda böyledir. Fıtratında ne varsa, onu yapar. Ve dahi, sorumluluk
sahibiyse, sorumluluğunun gereğini… Bir belediye başkanı, bir vekil, bir bakan
yaptıklarımın değerini bilmiyorlar diye halkına küsebilir mi? Hizmetten
vazgeçebilir mi? Yapamaz. Çünkü o makama, tüm bunları göze alarak oturmuştur. Bu
ihtiyarında fıtratı bu Sayın Hâkim. Yine aynı pozisyonda olsam, yine
yaptıklarımın aynını yaparım. Bedeli ne olursa olsun.
- Anlıyorum Hasan Nail Bey. Maalesef,
kanunumuzda bununla ilgili bir madde bulunmadığından dolayı; sizi en yüksek
darağacına, iyi niyetinizden asmak isteyen ve sahip çıkma erdemini
göstermeyenlere bir ceza veremiyorum.
Bir
süre daha düşünmesinin ardından;
- Yaz, kızım. Davalı Hasan Nail Bey,
davaya konu olan apartmanın tüm gelirlerini ve giderlerini belgeleriyle
birlikte ibraz etmiş, yapılan inceleme sonucunda, hesaplarda bir açık
bulunamamıştır. İş bu sebeple kovuşturmaya yer olmadığından dolayı dava düşmüştür.
Geçmiş olsun Hasan Nail Bey. İnşallah, bundan sonraki hayatınızda, değer bilen
insanlara değer verirsiniz.
- Teşekkür ederim Sayın Hâkim.
Kazanılan davanın ardından, müvekkilini
tebrik etmek için elini uzatan avukat;
- Hasan Nail Bey… Eğer isterseniz,
hakkınızda asılsız suçlamalarda bulunan şahsa tazminat davası açabiliriz.
- Lütfen saçmalamayın Avukat Bey. Allah
(c.c.), iyi niyeti göremeyecek kadar kör etmiş onu… Başka cezaya ne hacet?
Faruk
Yılmazer
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder