Kuluçkaya yatmak
masivanın fıtratında var. Yaşam tarlasından toplayıp biriktirdiklerinin, zaman
folluğunda kabuğunu kıracağı sürpriz doğumları ümitle bekler.
Güneşe âşıktır
günebakan. Karanlık çöktüğünde yaşayabilmek için sevdasını, hücrelerinde güneş
biriktirir.
Mehtaba âşıktır su. Deryadaki
kardeşleri gibi yakamoz morfinine sahip değilse, tende hissetmek için
yansımasını, çukurda damla biriktirir.
Bülbüle âşıktır gül. Lâl
olmuş çığlıkları diken olup dışa vururken en çok nefsini kanatırda, dalında feryat
biriktirir.
Rızkını temin etmek
için çiftçi, tarlada hasat biriktirir.
Malını satmak için
tüccar, takvimde mezat biriktirir.
Sömüren aksini söyler,
akılda tezat biriktirir.
Bol keseden sallayan,
tutulmaz vaat biriktirir.
Kimini çekemez kimi,
kalbinde fesat biriktirir.
Bulutsuzdu gece... Ve
ziyadesiyle hüzünsüz…
Dolu dolu hatta deli
dolu dolunayın nispeti güne değildi. Haline gülüyordu, biliyordu.
Yerinden oynamış bir
kaldırım taşı “tez zamanda dönesin” dileğini kanatmıştı tutan ellerin. Umutları
gibi tuz buz olmuştu cam sürahi. Kabuk tutmayacak bin yara daha açılmıştı
geceye. Bir yere bakmıştı birde sevdiceğine. Dişlerinin arasına aldığı dili
sessiz çığlıklar atmıştı.
“Gitme!”
Toplamak için eğildiği
kırıklar, birazda canından kopanlardı. Kırık sürahideki su yola akmıştı. Ya
gözündeki yaşlar? Ve sonra anlamıştı.
Gülmüyordu dolunay,
yordam öğretiyordu. Yarım kalan duasına cevaptı; suyun, birikecek bir çukur
bulana dek akması. Biraz daha içine nakşetmek içindi; gidenin ardından, gözden
kaybolana dek bakması. Dilinin söyleyemeyişindendi, sözün kalbini kanatması.
Kısa bir süreliğine de
olsa dönüyordu işte. Nicedir biriktirdiği özlem demini almıştı, kıracaktı
kabuğunu. Follukta hissettiği anaç duygular olgunlaştırmıştı ruhunu.
Çaydanlık yanmasaydı,
çay alır mıydı hiç dem?
Beden çekmese cefa, ruh
alır mıydı kıdem?
Sayılı gündü, bitecekti
elbet. Fakat haykırması gerekeni biliyordu bu sefer. Diyecekti ki;
“Bitme!”
Faruk Yılmazer
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder