Cenaze
namazını kıldıracak olan imamın sorusu, içini titretti;
-
Merhum Hacı Yılmaz Turan’ı, nasıl bilirdiniz?
-
İyi bilirdik. Vallahi de iyi bilirdik. Billahi de iyi bilirdik.
Çocukluktan, delikanlılığa geçiş
evresinde bir anda yitirmek sıradandır eski komşuları, uzak kuzenleri, ata ve
dede dostlarını…
Kişi, bir gelecek inşası adına
hayatın akışına kendini kaptırdığında, farkına bile varamadan uzaklaşır asıl
değerlerinden…
Yirmili yaşlarda, bir sıra takip
eder gibi art arda gelen düğünlerde bağı yeniden kuramadıysa; akıntı, ortalama
yirmi yıl daha ekler buluşmalara, ceza mahiyetinde.
Kırklı yaşlar…
Olgunluğun adıdır. Neden mi?
Çünkü genelde o yaşlarda,
sevdiklerini kaybetmeye başlar insan. Düğün, nişan buluşmalarının yerini;
hastane randevuları, cenaze merasimleri,
taziyeler almıştır artık. Ve tarihin en sık söylenen “merhumu, iyi bilirdik”
yalanı, en çok bu dönemde söylenir.
“Nasıl bilirdik, merhumu?”
“ Hocam, pek bilemedik. İşin doğrusu, yıllar var ki birbirimizi
göremedik.”
Hani denir ya; insan, ölmeden
önce, hayatı bir film şeridi gibi geçer gözlerinin önünden. İşte kırklı yaşlar,
bu filmin fragmanı olsa gerek.
Tam bu yaşlarda, hiç umulmadık
bir yerde, yıllardır görmediği asker arkadaşıyla karşılaşır insan… İlkokul
arkadaşıyla… Topunu, komşunun bahçesine kaçıran Ali’yle… Elma şekerinin yere düşmesine sebep olan
Ayşe’yle… Nikâh şahidiyle yahut nedimesiyle…
İstisnai durumlarda bulunur
elbet. Kırk yıl ayrı kalsalar, kavuştuklarında; görenlere, kırk dakika bile
geçmemiş intibaı bırakan gerçek dostluklar. Ömer ile Uğur’un dostluğu, misal…
Seksenli yılların Sağmalcılar’ı…
Her ne kadar kolera salgınıyla anılmasının önüne geçmek için, yetmişli yıllarda
ismi Bayrampaşa olarak değiştirildiyse de;
henüz halk nezdinde yeni ismi benimsenmemiş, Eyüp ilçesine bağlı bir
semt o zamanlar, Sağmalcılar.
Bir plana bağımlı kalmadan inşa
edilmiş, en yükseği üç katlı bina sırtlarının arası, bir metre bile değil.
Oturduğu binanın terasından, arka tarafta kalan binanın terasına atlamak,
tehlikeli bir oyun haline gelmiştir on dört yaşındaki Uğur için. O binada
dayısı oturmaktadır ve dayı çocuklarıyla buluşmak için; üç kat inerek arka
sokağa dolanmaktan daha pratiktir, kısa bir atlayış yapmak.
Bu atlayışların sonuncusunda,
gözümü kararır, ayağı mı takılır bilinmez; üçüncü kattan aşağı düşerken bulur
Uğur, kendini. Daire pencerelerinin dışa bakan mermerleri düşüşünü
yavaşlattığından, iki ayağının da kırılmasıyla atlatır, ölümle sonuçlanabilecek
bu kazayı. Sonrası, alçıya alınmış ayaklar ve birkaç ay sürecek ev mahkûmiyeti.
Sayılı gün elbet geçerde,
yalnızlığın saati pek bir ağır işler, evinden dışarıya çıkamayan on dört
yaşındaki bir delikanlı için. Neticede geçmiş olsun ziyaretleri birkaç gün
sonra bitmiş, kendilerine ait lokantayı işletme mecburiyetinden, işlerinin
başına geçmiştir ebeveynleri ve iki ağabeyi. Yedi sekiz yaşlarındaki kız
kardeşinin hizmetine muhtaç kalmıştır Uğur, dört duvar arasında. Kaldı ki kaza,
okulların kapalı olduğu yaz tatili dönemine denk gelmese, kız kardeşi dahi
olamayacaktır yanında.
İşte bu yalnızlık sürecinin geri
sayıma başladığı ilk demlerde, elinde birkaç çizgi romanla ziyaretine gelir,
karşı komşularının oğlu, on yaşındaki Ömer.
- Evde yalnız başına canın çok
sıkılır Uğur Ağabey. Ben bunları okuyorum, canım hiç sıkılmıyor. İstersen,
sende dene.
- Senin neden canın sıkılıyor ki?
Sapa sağlamsın. Sokakta da, bir sürü de akranın var, oyun oynayabileceğin.
Çıkıp oynasana…
- Öyle ama… Ben sıkılıyorum
sürekli oyun oynamaktan. Yaşıtım olanlar, akşama kadar aynı oyunu oynasalar
dahi sıkılmıyorlar. Büyüklerde, “küçüksün” deyip, beni aralarına almıyor. Ama
kitaplar öyle değil. Acayip maceralar var.
- Sen bunların hepsini okudun mu?
- Hem de kaç kere… Daha bende çok
var. İstersen, başkada getiririm.
- Bunları bir okuyayım, bakarız.
- Tamam, o zaman. Ben gideyim.
Ömer, gitmek için ayağa
kalktığında, Uğur;
- Dur gitme. Bu çizgi romanlardan
bende de çok var. Şu karşıdaki dolabın çekmecesini aç. İçinden istediğini al,
oku. Ya da burada beraber okuyalım. Nasıl istersen…
Tanışıklık, çok daha eskidir
fakat dostluk o anda kurulmuştur. Ömer, Uğur’a ayak olur; Uğur, Ömer’e dayanak.
Biri kimsesiz, diğeri kalabalık yalnızlığını giderir birbiriyle. Kitaplar
okunur, kibrit çöplerinden evler inşa edilir, sabun köpüğünden baloncuklar
üflenir pencerelerden. Ailelerde memnundur durumdan. Bu dostluk iyi gelmiştir
her iki tarafa da.
Aradan aylar geçer. Kırık
ayaklarla birlikte gönüllerde kaynamış, ayrılmaz ikili olmuştur Uğur ve Ömer.
Dostlukları yıllarca devam eder. Ta ki, Uğur’un ailesinin yıllardır hayalini
kurdukları daireyi aldığı ve taşınma vaktinin gelip çattığı güne kadar. Biri on
sekiz, diğeri on dört yaşında delikanlı olmuştur ikisi de. Taşınacaklarını
öğrendiğinde, Uğur’un babası Yılmaz Amca’sının yanına gider Ömer;
- Taşınmasanız olmaz mı?
Yılmaz Amca’sı yanağını okşar;
- Bu ev artık bize küçük geliyor
Ömer’cim. Hem kendi evimiz oldu artık. Kiradan kurtulduğumuz için sevinmelisin.
- Onun için seviniyorum. Ama Uğur
Ağabey’imi bir daha göremeyeceğim içinde üzülüyorum.
- Olur mu öyle şey? Uğur
Ağabey’in seni her zaman ziyarete gelir. Sende onu ziyarete gelirsin.
Düğünlerde görüşürsünüz, bayramlarda görüşürsünüz. Ya da…
Son kelimesinin ardından kısa
süreli bir sessizliğe gömüldü Yılmaz Amca’sı. Son alternatifin hoş olmadığını
biliyordu. Büyük ihtimalle tecrübe edilmiş bir durum öğretmişti bu gerçeği ona
da.
Başladığı cümleyi bitirmesini
bekliyordu Ömer;
- Ya da…
Nedense cümlenin gerisini
getirmek istememişti Yılmaz Amca’sı;
- Ya da… Ne bileyim görüşürsünüz
işte. Dostluklar için, mesafeler önemsizdir.
Yılmaz Amca’sının, tamamlamak
istemediği cümleyi, mahzun bir şekilde yanından uzaklaşırken tamamladığını
işitmişti Ömer.
- Ya da cenazelerde görüşürsünüz.
Öyle de olur, maalesef. Kurmuş
olduğu son cümleyle keramet göstermiştir Hacı Yılmaz Turan. Nerdeyse otuz yıl
sonra, onun cenazesinde görüşebilir ancak iki eski dost. Hiç ayrılmamış gibi
sarılırlar birbirlerine. Çocukları dahi, onların dost olduğu yaştan daha
büyüktür artık. Bir dönemin, artık bitmiş olduğunu belli eden son sözü imam
söyler;
-
Er kişi niyetine…
Faruk Yılmazer
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder