8 Aralık 2018 Cumartesi

İyi Bilirdik (Hikaye)


Cenaze namazını kıldıracak olan imamın sorusu, içini titretti;
- Merhum Hacı Yılmaz Turan’ı, nasıl bilirdiniz?
- İyi bilirdik. Vallahi de iyi bilirdik. Billahi de iyi bilirdik.

Çocukluktan, delikanlılığa geçiş evresinde bir anda yitirmek sıradandır eski komşuları, uzak kuzenleri, ata ve dede dostlarını…
Kişi, bir gelecek inşası adına hayatın akışına kendini kaptırdığında, farkına bile varamadan uzaklaşır asıl değerlerinden…
Yirmili yaşlarda, bir sıra takip eder gibi art arda gelen düğünlerde bağı yeniden kuramadıysa; akıntı, ortalama yirmi yıl daha ekler buluşmalara, ceza mahiyetinde.
Kırklı yaşlar…
Olgunluğun adıdır. Neden mi?
Çünkü genelde o yaşlarda, sevdiklerini kaybetmeye başlar insan. Düğün, nişan buluşmalarının yerini; hastane randevuları,  cenaze merasimleri, taziyeler almıştır artık. Ve tarihin en sık söylenen “merhumu, iyi bilirdik” yalanı, en çok bu dönemde söylenir.
“Nasıl bilirdik, merhumu?”
“ Hocam, pek bilemedik.  İşin doğrusu, yıllar var ki birbirimizi göremedik.”
Hani denir ya; insan, ölmeden önce, hayatı bir film şeridi gibi geçer gözlerinin önünden. İşte kırklı yaşlar, bu filmin fragmanı olsa gerek.
Tam bu yaşlarda, hiç umulmadık bir yerde, yıllardır görmediği asker arkadaşıyla karşılaşır insan… İlkokul arkadaşıyla… Topunu, komşunun bahçesine kaçıran Ali’yle…  Elma şekerinin yere düşmesine sebep olan Ayşe’yle… Nikâh şahidiyle yahut nedimesiyle…
İstisnai durumlarda bulunur elbet. Kırk yıl ayrı kalsalar, kavuştuklarında; görenlere, kırk dakika bile geçmemiş intibaı bırakan gerçek dostluklar. Ömer ile Uğur’un dostluğu, misal…

Seksenli yılların Sağmalcılar’ı… Her ne kadar kolera salgınıyla anılmasının önüne geçmek için, yetmişli yıllarda ismi Bayrampaşa olarak değiştirildiyse de;  henüz halk nezdinde yeni ismi benimsenmemiş, Eyüp ilçesine bağlı bir semt o zamanlar, Sağmalcılar.
Bir plana bağımlı kalmadan inşa edilmiş, en yükseği üç katlı bina sırtlarının arası, bir metre bile değil. Oturduğu binanın terasından, arka tarafta kalan binanın terasına atlamak, tehlikeli bir oyun haline gelmiştir on dört yaşındaki Uğur için. O binada dayısı oturmaktadır ve dayı çocuklarıyla buluşmak için; üç kat inerek arka sokağa dolanmaktan daha pratiktir, kısa bir atlayış yapmak.
Bu atlayışların sonuncusunda, gözümü kararır, ayağı mı takılır bilinmez; üçüncü kattan aşağı düşerken bulur Uğur, kendini. Daire pencerelerinin dışa bakan mermerleri düşüşünü yavaşlattığından, iki ayağının da kırılmasıyla atlatır, ölümle sonuçlanabilecek bu kazayı. Sonrası, alçıya alınmış ayaklar ve birkaç ay sürecek ev mahkûmiyeti.
Sayılı gün elbet geçerde, yalnızlığın saati pek bir ağır işler, evinden dışarıya çıkamayan on dört yaşındaki bir delikanlı için. Neticede geçmiş olsun ziyaretleri birkaç gün sonra bitmiş, kendilerine ait lokantayı işletme mecburiyetinden, işlerinin başına geçmiştir ebeveynleri ve iki ağabeyi. Yedi sekiz yaşlarındaki kız kardeşinin hizmetine muhtaç kalmıştır Uğur, dört duvar arasında. Kaldı ki kaza, okulların kapalı olduğu yaz tatili dönemine denk gelmese, kız kardeşi dahi olamayacaktır yanında.
İşte bu yalnızlık sürecinin geri sayıma başladığı ilk demlerde, elinde birkaç çizgi romanla ziyaretine gelir, karşı komşularının oğlu, on yaşındaki Ömer.
- Evde yalnız başına canın çok sıkılır Uğur Ağabey. Ben bunları okuyorum, canım hiç sıkılmıyor. İstersen, sende dene.
- Senin neden canın sıkılıyor ki? Sapa sağlamsın. Sokakta da, bir sürü de akranın var, oyun oynayabileceğin. Çıkıp oynasana…
- Öyle ama… Ben sıkılıyorum sürekli oyun oynamaktan. Yaşıtım olanlar, akşama kadar aynı oyunu oynasalar dahi sıkılmıyorlar. Büyüklerde, “küçüksün” deyip, beni aralarına almıyor. Ama kitaplar öyle değil. Acayip maceralar var.
- Sen bunların hepsini okudun mu?
- Hem de kaç kere… Daha bende çok var. İstersen, başkada getiririm.
- Bunları bir okuyayım, bakarız.
- Tamam, o zaman. Ben gideyim.
Ömer, gitmek için ayağa kalktığında, Uğur;
- Dur gitme. Bu çizgi romanlardan bende de çok var. Şu karşıdaki dolabın çekmecesini aç. İçinden istediğini al, oku. Ya da burada beraber okuyalım. Nasıl istersen…

Tanışıklık, çok daha eskidir fakat dostluk o anda kurulmuştur. Ömer, Uğur’a ayak olur; Uğur, Ömer’e dayanak. Biri kimsesiz, diğeri kalabalık yalnızlığını giderir birbiriyle. Kitaplar okunur, kibrit çöplerinden evler inşa edilir, sabun köpüğünden baloncuklar üflenir pencerelerden. Ailelerde memnundur durumdan. Bu dostluk iyi gelmiştir her iki tarafa da.
Aradan aylar geçer. Kırık ayaklarla birlikte gönüllerde kaynamış, ayrılmaz ikili olmuştur Uğur ve Ömer. Dostlukları yıllarca devam eder. Ta ki, Uğur’un ailesinin yıllardır hayalini kurdukları daireyi aldığı ve taşınma vaktinin gelip çattığı güne kadar. Biri on sekiz, diğeri on dört yaşında delikanlı olmuştur ikisi de. Taşınacaklarını öğrendiğinde, Uğur’un babası Yılmaz Amca’sının yanına gider Ömer;
- Taşınmasanız olmaz mı?
Yılmaz Amca’sı yanağını okşar;
- Bu ev artık bize küçük geliyor Ömer’cim. Hem kendi evimiz oldu artık. Kiradan kurtulduğumuz için sevinmelisin.
- Onun için seviniyorum. Ama Uğur Ağabey’imi bir daha göremeyeceğim içinde üzülüyorum.
- Olur mu öyle şey? Uğur Ağabey’in seni her zaman ziyarete gelir. Sende onu ziyarete gelirsin. Düğünlerde görüşürsünüz, bayramlarda görüşürsünüz. Ya da…
Son kelimesinin ardından kısa süreli bir sessizliğe gömüldü Yılmaz Amca’sı. Son alternatifin hoş olmadığını biliyordu. Büyük ihtimalle tecrübe edilmiş bir durum öğretmişti bu gerçeği ona da.
Başladığı cümleyi bitirmesini bekliyordu Ömer;
- Ya da…
Nedense cümlenin gerisini getirmek istememişti Yılmaz Amca’sı;
- Ya da… Ne bileyim görüşürsünüz işte. Dostluklar için, mesafeler önemsizdir.
            Yılmaz Amca’sının, tamamlamak istemediği cümleyi, mahzun bir şekilde yanından uzaklaşırken tamamladığını işitmişti Ömer.
            - Ya da cenazelerde görüşürsünüz.

            Öyle de olur, maalesef. Kurmuş olduğu son cümleyle keramet göstermiştir Hacı Yılmaz Turan. Nerdeyse otuz yıl sonra, onun cenazesinde görüşebilir ancak iki eski dost. Hiç ayrılmamış gibi sarılırlar birbirlerine. Çocukları dahi, onların dost olduğu yaştan daha büyüktür artık. Bir dönemin, artık bitmiş olduğunu belli eden son sözü imam söyler;
            - Er kişi niyetine…

            Faruk Yılmazer

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder