8 Aralık 2018 Cumartesi

Şifahane (Hikaye)


Bugün kaçıncı gün? Bilmiyorum. İlk gün yaşadığım şok, zaman kavramını neredeyse tamamen yitirmeme sebep oldu. Halsizlik ve sürekli uyku hali şikâyetiyle muayeneye getirdiğim küçük kızım, şeker koması teşhisiyle hastaneye yatırıldığından beri anların aylardan farkı yok.
Kaçıncı gün sahi bugün? Üç mü, dört mü, beş, altı? Bir önemi yok. Kliniğin üst katında gördüğü tedavi, sürekli arayarak durum soran eş, dost, akrabanın kavli duaları, bahçede kök salan ayaklarımızla birlikte umutlarımızı da diri tutmakta. Mülkün sahibi, mülkünde dilediği gibi tasarruf etme hakkına sahip. Rabbim dert verdiyse dermanını da verir inşallah.
Hafif bir yağmur başladı. Kaçışan insanların hızı yağmurun hızıyla orantılı değil. Bilemiyorum. Belki de yağmur, canımın hissettiği oranda hafif değil. Fakat ne büyük rahmet, dışa vuran gözyaşına ne güzel perdeymiş o. Ağlayanla güleni farksız kılan.
Güvenlik görevlisi elinde bir battaniyeyle dışarı çıktı. Kapının solundaki koliyi sarıp sarmaladı. Göz göze geldik;
- Hava serinledi sanki. Üşümesinler.
Sahi, dün hamile bir kedi vardı buralarda. Gerçekten dün müydü? İşte bir bilinmez daha. Sanırım o doğum yaptı.
- Doğum yapacağı yeri biliyormuş, dedi gülümseyerek. Kaderimizle kederimizin benzeştiği bir baba… Çocuk kliniği burada, yeni doğan ünitesi burada…
Beş yavrusu olmuş kediciğin. Hepsi birbirinden sevimli… Personel seferber olmuş. Mamalar, sütler kolinin önüne sıralanmış. “Burada barındırırlar mı ki, bu hayvanları” diyecek oldum? “Sen merak etme”, dedi güvenlik görevlisi. “Doktor hanım gerekeni yapar.”
Yağmurun dinmesiyle birlikte kliniğe doğru ilerleyen bayan doktoru gördüğümde, ne demek istediğini anladım. Çevresi bir anda nereden çıktığını anlayamadığım kedilerle sarıldı. ‘Ona yan bakan karşısında bizi bulur’ edasıyla bir banka oturana dek takip ettiler. Nokta, Hürrem, Boncuk… Hepsinde emeği varmış doktor hanımın. İsimlerini de o koymuş. Kendilerini sevdirmek için pervane oldular etrafında. Rahmetli Ramazan davulcusu Hafız amca geldi aklıma. Sahur vakti insanları uyandırmak için davul çalmaya çıktığında, sokak köpeklerine yiyecek vermeyi ihmal etmezmiş. Üç beş serseri bir gece yolunu kesmeye kalkışmışlar da, sokak köpeklerinin saldırısından canlarını zor kurtarmışlar.
Demek ki ‘vefa’ sadece bir semt ismi değil. En azından mahlûkatın tümü için değil.
Bankta otururken birkaç telefon görüşmesi yaptı doktor hanım. Geçerken selam veren bir arkadaşına;
- Baksana, dedi. Gene torunlarımız olmuş. Masrafa katılmak ister misin?
Olumlu cevaba karşı gülümsedi. Az sonra bir görevli, hususi bir taksiyle gelerek hayvanları arabaya yerleştirdi.
- Veterineri aradım, dedi doktor hanım görevliye. Geleceğini biliyor.
Birkaç dakikalık fasıl, su serpen bir fasıla oldu yüreğime.
- Bizim evlatlarımızla da bu kadar ilgileniyor mudur acaba, dedi olaya gözlemci olan bir başka baba.
- Şu zavallı mahlûkata bu denli şefkat gösteren, evlatlarımıza daha fazlasını gösteriyordur emin ol. Onu buraya gönderip bakımının yapılmasını sağlayan Rabbim, bizi de buraya getirdiyse bir sebebi var elbet.
İçeriden bir haber geldi. Allah’ın izniyle yarın taburcu etmeyi düşünüyorlarmış kızımı. Ev ortamında şekeri daha dengeli olabilirmiş. Bu hastalıkla yaşayacakmış. Devamlı kontrol altında tutulması gerekiyormuş. Olsun. Rabbim onu bizlere bağışladı ya, ümitvarız. Gene karardı sanki gökyüzü. Ey mübarek rahmet damlaları…
Dökülün ki…

Faruk Yılmazer

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder