Bugün kaçıncı gün? Bilmiyorum.
İlk gün yaşadığım şok, zaman kavramını neredeyse tamamen yitirmeme sebep oldu.
Halsizlik ve sürekli uyku hali şikâyetiyle muayeneye getirdiğim küçük kızım,
şeker koması teşhisiyle hastaneye yatırıldığından beri anların aylardan farkı
yok.
Kaçıncı gün sahi bugün? Üç mü,
dört mü, beş, altı? Bir önemi yok. Kliniğin üst katında gördüğü tedavi, sürekli
arayarak durum soran eş, dost, akrabanın kavli duaları, bahçede kök salan
ayaklarımızla birlikte umutlarımızı da diri tutmakta. Mülkün sahibi, mülkünde
dilediği gibi tasarruf etme hakkına sahip. Rabbim dert verdiyse dermanını da
verir inşallah.
Hafif bir yağmur başladı. Kaçışan
insanların hızı yağmurun hızıyla orantılı değil. Bilemiyorum. Belki de yağmur,
canımın hissettiği oranda hafif değil. Fakat ne büyük rahmet, dışa vuran
gözyaşına ne güzel perdeymiş o. Ağlayanla güleni farksız kılan.
Güvenlik görevlisi elinde bir
battaniyeyle dışarı çıktı. Kapının solundaki koliyi sarıp sarmaladı. Göz göze
geldik;
- Hava serinledi sanki.
Üşümesinler.
Sahi, dün hamile bir kedi vardı
buralarda. Gerçekten dün müydü? İşte bir bilinmez daha. Sanırım o doğum yaptı.
- Doğum yapacağı yeri biliyormuş,
dedi gülümseyerek. Kaderimizle kederimizin benzeştiği bir baba… Çocuk kliniği
burada, yeni doğan ünitesi burada…
Beş yavrusu olmuş kediciğin.
Hepsi birbirinden sevimli… Personel seferber olmuş. Mamalar, sütler kolinin
önüne sıralanmış. “Burada barındırırlar mı ki, bu hayvanları” diyecek oldum?
“Sen merak etme”, dedi güvenlik görevlisi. “Doktor hanım gerekeni yapar.”
Yağmurun dinmesiyle birlikte
kliniğe doğru ilerleyen bayan doktoru gördüğümde, ne demek istediğini anladım.
Çevresi bir anda nereden çıktığını anlayamadığım kedilerle sarıldı. ‘Ona yan
bakan karşısında bizi bulur’ edasıyla bir banka oturana dek takip ettiler.
Nokta, Hürrem, Boncuk… Hepsinde emeği varmış doktor hanımın. İsimlerini de o
koymuş. Kendilerini sevdirmek için pervane oldular etrafında. Rahmetli Ramazan
davulcusu Hafız amca geldi aklıma. Sahur vakti insanları uyandırmak için davul
çalmaya çıktığında, sokak köpeklerine yiyecek vermeyi ihmal etmezmiş. Üç beş
serseri bir gece yolunu kesmeye kalkışmışlar da, sokak köpeklerinin
saldırısından canlarını zor kurtarmışlar.
Demek
ki ‘vefa’ sadece bir semt ismi değil. En azından mahlûkatın tümü için değil.
Bankta otururken birkaç telefon
görüşmesi yaptı doktor hanım. Geçerken selam veren bir arkadaşına;
- Baksana, dedi. Gene
torunlarımız olmuş. Masrafa katılmak ister misin?
Olumlu cevaba karşı gülümsedi. Az
sonra bir görevli, hususi bir taksiyle gelerek hayvanları arabaya yerleştirdi.
- Veterineri aradım, dedi doktor
hanım görevliye. Geleceğini biliyor.
Birkaç dakikalık fasıl, su serpen
bir fasıla oldu yüreğime.
- Bizim evlatlarımızla da bu
kadar ilgileniyor mudur acaba, dedi olaya gözlemci olan bir başka baba.
-
Şu zavallı
mahlûkata bu denli şefkat gösteren, evlatlarımıza daha fazlasını gösteriyordur
emin ol. Onu buraya gönderip bakımının yapılmasını sağlayan Rabbim, bizi de
buraya getirdiyse bir sebebi var elbet.
İçeriden bir haber geldi.
Allah’ın izniyle yarın taburcu etmeyi düşünüyorlarmış kızımı. Ev ortamında
şekeri daha dengeli olabilirmiş. Bu hastalıkla yaşayacakmış. Devamlı kontrol
altında tutulması gerekiyormuş. Olsun. Rabbim onu bizlere bağışladı ya, ümitvarız.
Gene karardı sanki gökyüzü. Ey mübarek rahmet damlaları…
Dökülün
ki…
Faruk Yılmazer
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder