5 Aralık 2018 Çarşamba

Bir Sevda Masalı (Piyes)

1.PERDE

Perde açıldığında, kahvehane olarak dekore edilmiş mekân görünür. Uzak köşesinde tavla oynayan iki kişi, kendi hallerindedir. Ön plandaki, eski İstanbul efendilerini andıran görüntüleriyle Nihat ve Sami ismindeki iki tonton ihtiyar, garsonun getirdiği kahvelerini yudumladıktan sonra sohbete başlarlar.

Nihat _ Hayırdır muhterem. Telefonda pek bir heyecanlıydın. Ne oldu? Darülaceze’den çarşı izni aldın da, iki eski dost kaynatalım mı dedin?
Sami _ Çok şükür, biz daha o kadar düşmedik de, senin vaziyetine üzüldüm doğrusu.
Nihat _ Ne varmış vaziyetimde?
Sami _ Telefona gelinin çıktı. “Nihat Bey’le görüşebilir miyim?” dediğimde. “Bir bakayım. Hâlâ Nihat Bey olduğunu hatırlıyorsa vereyim.” dedi.

İki ihtiyarın kahkahası, Sami öksürük krizine girene kadar devam eder.

Nihat _ Sakin ol muhterem. Güleceğim derken, az daha takma dişlerini yutup boğulacaktın. Hadi şimdi en başından anlat bakalım. Neler oluyor? Beni buraya neden çağırdın?
Sami _ En başından…
Nihat_ Evet.
Sami _ Pekâlâ. Aslında, ebem ilk şaplağı patlatana kadar pek bir şeyin farkında değildim.

Sami tekrar kahkaha atar. Kahkahası yine kendi öksürüğüyle kesilir.

Nihat _ Adam gibi anlat. Yoksa şimdi görürsün ebenin şaplağını…
Sami _ Tamam, tamam anlatıyorum.

Sami’nin neşeli yüz ifadesi, düşünceli bir hale bürünür.

Sami _ Beni bu dünyada en iyi sen tanırsın. Söylesene bana, benim hayattaki en büyük tutkum neydi? Tabi hâlâ hatırlıyorsan…
Nihat _ Nasıl unuturum? Kızın abisinden az kaldı sopa yiyecektik. Tabi ki Sevda…

Yarasına dokunulmuş gibi, derin bir nefes alır Sami. “Ah Sevda! Yarım kalmış aşk masalım.” diye mırıldanır önce. Sonra;

Sami _ O değil yahu… Diğeri…
Nihat _ Neydi? Neydi? Tamam hatırladım. Yazmayı çok seviyordun. En büyük tutkun da kendi dergini çıkarmaktı. Hatta ilk girişimin zamanlama hatası yüzünden fiyaskoyla sonuçlanmıştı.
Sami _ İlk mektep muallimini kastediyorsun.
Nihat _ Tabi ki onu kastediyorum. Yerli Malı Haftası’nı kutlamaya bir hafta kala hoca, “çocuklar neler yapabiliriz, fikri olan var mı?” diye sormuştu. Sen hemen “Yerli Malı Haftası’yla ilgili bir dergi çıkaralım hocam.” diye fırlamıştın.
Sami _ Evet. Kabul etmemişti.
Nihat _ Kabul etmemişti, doğru. Hatta “Oğlum, dergi çıkarmak şapkadan tavşan çıkarmaya benzemez. Mikrobu şimdi alsan, bu kadar zamanda kızamık bile çıkaramazsın.” Demişti.
Sami _ Hayallerimi yıkmıştı. Ama lisede ilk dergimi çıkarmayı başarmıştım.
Nihat _ Haklısın başarmıştın. Ünlü şairlerden alıntı iki şiir, kalanı senin yazılarından oluşan, teksir makinesiyle çoğaltılmış on sahife. “Oğlum; dergimi çıkardın, yoksa kendi basın bültenini mi?” diye sormuştu Edebiyat hocası.
Sami _ Maalesef, sende dâhil ekipten hiç kimse planladığımız zamanda yazısını getirmemişti çünkü.
Nihat _ Üzgünüm ve de çok haklısın. Dergi çıkarmak bir ekip işi… Bu tarz işlerde ekiptekilerden bir kişi bile görevini ihmal ederse plan sekteye uğrar. Hedef tutturulamaz. Yalnız hatırlıyorum. Sen o derginin ikinci sayısını da çıkardın. Hatta benim hiç tanışmadığım birini dâhil etmiştin ekibe. Neydi adı?
Sami _ Müslim Temel Arman…
Nihat _ Tamam şimdi hatırladım. Edebiyatçı onun yazılarını daha profesyonelce bulunca biraz bozulmuştun sanki. Üçüncü sayıyı çıkarmamanı buna bağlamıştık bizde. Sahi kimdi o?
Sami _ Gerçekten bilmiyor musun?
Nihat _ Bilsem neden sorayım?
Sami _ İsimlerin ilk hecelerine baksana…
Nihat _ Müs-lüm Te-mel Ar-man. Müs... Te… Ar… Müstear… Vay canına! O sen miydin? Ve bizde, kendi kendini kıskandığın için bu sevdadan vazgeçtiğini sandık… Çok üzgünüm eski dostum. Beni bağışla lütfen.
Sami _ Sorun değil.
Nihat _ Yalnız hala anlayamadım. Bütün bunların beni buraya davet etmenle ne ilgisi var? Yoksa yeniden dergi çıkarmaya mı karar verdin?
Sami _ Evet.
Nihat _ İnanmıyorum. Nasıl? İsmi ne?
Sami _ Aslında çokta zor olmadı…

2.PERDE

Ofis şeklinde kullanılan küçük bir han odası… Önünde iki adet ziyaretçi koltuğu bulunan bir çalışma masası. Masanın üzerinde eski tip bir daktilo. Koltuğuna oturmuş, önündeki dosyaları inceleyen Sami kendi kendine konuşmaktadır.

Sami _ Yahu şu ilanın nesini anlayamadınız?

Masanın sol köşesinde duran gazeteyi eline alarak okumaya başlar.

Sami _ Yayın hayatına yeni atılacak olan dergimizde çalışacak, bilgisayar kullanmasını bilen, tercihen deneyimli bir iş arkadaşı arıyoruz.

Gazeteyi elinden bırakarak tekrar dosyalara döner.

Sami _ Adam daha kendi ismini doğru düzgün yazamamış. Tecrübeliyim diye iş başvurusunda bulunuyor. Neymiş efendim? İnternet ortamında sözlük yazarıymış. Keşke imla kılavuzu yazarı olsaydın. Hiç olmazsa özel isimlerin büyük harfle başlayacağını bilirdin.

Elindeki dosyayı buruşturup çöp kovasına attıktan sonra bir diğerini eline alır.

Sami _ Hele şuna ne demeli?

Sözünü tamamladığında ofisin kapısından içeri bir kişi girer. Küçümseyen gözlerle ortalığı süzmektedir.

Sami _ Buyurun, birine mi bakmıştınız?

Adam tokalaşmak için elini uzatır. Aynı anda konuşmaya başlar.

Levent _ Ben Levent Yüksek… Gazetedeki ilan için gelmiştim.
Sami _ Buyurun oturun. Tecrübelisiniz değil mi?
Levent _ Elbette. Hatta benden daha tecrübelisini bulamazsınız, diyebilirim.
Sami _ Çok güzel… Daha önce nerede yazıyordunuz?
Levent _ Belirgin bir yerde değil. Daha doğrusu her yerde… Anlayacağınız ben internet ortamında yazıyordum.
Sami _ Ne hakkında yazıyordunuz? Yani köşe yazarlığı falan mı yapıyordunuz?
Levent_ Hayır. Aslına bakarsanız, ben sipariş üzerine her konuda yazabilirim.
Sami _ Anlayamadım. Biraz açabilir misiniz?
Levent _ Çalıştığım belli guruplar vardı. Onlar; gündemdeki bazı olayların manipüle edilmesini istedikleri zaman, beni ve benim gibileri ararlar. Bizde girilmedik iğne deliği bırakmadan yorumlara başlarız.
Sami _ Nasıl yorumlarmış bunlar?
Levent_ Bilirsiniz canım. Önce, o olaya, habere benzeyen, insanların inanmak istediği ama doğru olmadığını bildiği olayları farklı isimler altında sıralarız. Bu da insanların kafasını karıştırarak şüpheye düşmelerini sağlar. Duygusal durumlardan faydalanırız, ego okşarız, beyaz yalanlar söyleriz. Bunun gibi işte…
Sami _ Anlıyorum. Peki, neden bıraktınız? İyi kazandırmıyor muydu?
Levent _ Hayır aslında gayet iyi kazandırıyordu. Sonra benim çalıştığım gurubun başı savcılıkla belaya girdi. Anlarsınız ya…
Sami _ Evet anlarım. Bakın şimdi ne diyeceğim? Siz şimdi az önce girmiş olduğunuz kapıdan hızlıca çıkarak burayı terk edin ki, benimde elimden bir kaza çıkmasın.
Levent _ Ama benim gibi…
Sami _ Defol! İsmi yüksek, fikri alçak herif defol.

Levent Yüksek kapıdan çıktıktan sonra başka bir şahıs içeri girer. Sami’nin hal ve hareketlerinden patlamaya hazır bir bomba kıvamında olduğu anlaşılmaktadır.

Mahmut _ İsmim Mahmut… İş ilanı için gelmiştim.
Sami _  Yazma konusunda tecrüben var mı?
Mahmut _ Sayılır.
Sami _ Nasıl yani sayılır?
Mahmut _ Arzuhalciydim efendim.
Sami _ Yeterli, yarın sabah gel. İş başı yap.









3.PERDE

Cumhuriyet Basın Savcılığı’nın kapısından hızlı adımlarla çıkan Sami, uzaklaştığına kanaat getirdikten sonra soluklanmak için duraklar. Arkasından koşarak gelen Mahmut şaşkındır.
Mahmut _ İyi misin Sami ağabey? İçeride çok heyecanlandın.
Sami _ Yok bir şey…
Mahmut _ Emin misin ağabey? Ben kırtasiyeden geldiğimde durumun biraz tuhaftı.
Sami _ Nasıl tuhaftı?
Mahmut _ Ne bileyim işte… Oradaki memura, küçükken komşunun bahçesinden kopardığın erikleri anlatmalar falan…
Sami _ Bak Mahmut! Ben zamanında DGM’de özgürlük imzacısı olarak ifade vermiş adamım. O sebeple, bu mekânlar beni biraz kasıyor. Önceki seferlere neden seni tek başına yolladım sanıyordun?
Mahmut _ İyi de ağabey, karşındaki savcı değildi ki. Görevli bir memurdu sadece.
Sami _ Olsun, o kapıdan içeri girince bana hepsi savcı. Neyse, neyse boş ver. Evraklar tamam mıymış? Eksik bir şey kalmış mı?
Mahmut _ Hepsi tamam ağabey… Bu sefer başvuruyu gerçekleştirdik Allah’ın izniyle.
Sami _ Oh! Çok şükür.


















4. PERDE

Sami ve Mahmut, bir holdingin bekleme salonunda ki koltuklara oturmuş endişeli bir şekilde beklemektedir. Salondaki sekreterin telefonu çalar. Ahizeyi kaldırdıktan üç saniye sonra;

Sekreter _ Tamam efendim. Gönderiyorum.

Telefonu kapatır. Mahmut ve Sami’ye bakışlarını çevirir.

Sekreter _ Reklam işleri müdürümüz Recep Yılmaz Bey sizi bekliyor. İçeri girebilirsiniz.
Sami _ Teşekkür ederiz.

Çaprazlarında kalan kapıdan içeri girdiklerinde, Recep Bey masasında bir telefon görüşmesi yapıyordur. Eliyle oturmalarını işaret eder. Bir süre sonra konuşması sona erer.

Recep _ Edebiyat dergisi çıkarıyorsunuz değil mi?
Sami _ Evet efendim.
Recep _ Güzel. Edebi eserler üreten insanları desteklemek şirket politikamızdır. Bu yönümüzle rakiplerimize hiç benzemeyiz. Sanırım derginize reklam verebiliriz.
Sami _ Teşekkür ederiz. Sizler gibi edebiyata gönül vermiş insanlarla karşılaşmak bizi ziyadesiyle memnun ediyor.
Recep _ Rica ederim. Aslında bende bu işin içinde sayılırım. Şiir yazıyorum. Benim şiirlerimi de yayınlarsınız artık dergide.
Sami _ Elbette. Yönetim kurulumuz gözden geçirdikten sonra uygun bulunursa neden olmasın?
Recep _ Bakın şunu dinleyin. Az önce yazdım. Eminim beğeneceksiniz.
Üç ayların birincisi,/Derin okyanuslar incisi,/Şimdi ömrümün ikindisi,/Recep Yılmaz benim adım.
Mahmut _ Gerçekten güzelmiş. Öyle değil mi Sami ağabey?
Sami _ Eee… Evet. Siz en iyisi, şiirlerinizi bize yazılı olarak ulaştırın. Biz sayılarımızda onları değerlendirmeye çalışalım.






5.PERDE

Sami ve Mahmut, Sami’nin esi bir dostu olan işadamı Salih’in ofisinde karşılıklı oturmaktadırlar.

Salih _ Hoş geldin Samicim. Dergi çıkaracakmışsın diye duydum. Nasıl gidiyor çalışmalar?
Sami _ Nerdeyse hazır gibi… Tanıtım ve abonelik çalışmalarına başladık.
Salih _ İyi yapmışsınız. Tabi tanıtımını yapmanız, insanlara ulaşmanız lazım. Neticede bunun maddi bir külfeti var değil mi?
Sami _ Öyle tabi…
Salih _ Hem bizim insanımız parasını ödemediği şeyin kıymetini bilmez. Dergi çıktığında bize de bir tane hediye bırakırsınız artık.
Sami _ Elbette bırakırız.

O sırada Sami’nin gözü önlerindeki sehpanın alt gözüne bırakılmış dergilere takılır. Bir iki tanesini eline alarak inceledikten sonra;

Sami _ Güzel çalışma yapmışlar.
Salih _ He, onlar mı? Geçerken bırakıyorlar bazen. Pek göz atmaya fırsat bulamıyorum.


















6.PERDE

Sami ve Mahmut, küçük bir han odası olan ofislerinde bir yandan dosyalarla uğraşırken, bir yandan sohbet etmektedir.

Sami _ İstanbul dışında oturan yazarların yazıları elimize ulaştı mı?
Mahmut _ İkisininki tamam… Osman’ın yazısını bekliyoruz. Sanırım postada gecikmeye uğradı.
Sami _ Ne postası? Neden maille yollamamış?
Mahmut _ Bilgisayarına virüs girmiş, arızalıymış.
Sami _ Tövbe estağfurullah! Yetişmezse ne yapacağız?
Mahmut _ Yerine bir yazı ayarlamak zorunda kalırız.
Sami _ Yahu o ünlü bir yazarla röportaj yapmayacak mıydı? Bu kadar kısa sürede kiminle, nasıl bir röportaj ayarlayabiliriz?
Mahmut _ Bilemiyorum.
Sami _ Pekâlâ. Sinan, Genç Kalemlerin yazılarını redaksiyondan geçirmiş mi?
Mahmut _ Hayır ağabey… Hafta sonu düğün varmış, ilgilenememiş. “Bu seferlik bir zahmet Sami ağabey bakıversin” dedi.
Sami _ Geçen haftada “cenazem var” dememiş miydi o?
Mahmut _ Evet ağabey…
Sami _ Anlaşıldı. Peki, senin yazdığın hikâye ne durumda? Tamamlayabildin mi?
Mahmut _ Neredeyse. Aslında tıkandığım için sonunu getiremedim. Bir fikir verirsiniz diye umut ediyordum.
Sami _ Güzel. Çok güzel. Üç gün içinde baskıya gireceğiz. Röportajımız elimizde değil. Yazılar redaksiyondan geçmemiş. Hikâye yarıda kalmış. Güzel. Çok güzel.












7.PERDE

İlk perdedeki sahneye geri dönülür. İki tonton ihtiyarın sohbeti kahvehanede devam etmektedir.

Sami _ Aslında çokta zor olmadı.
Nihat _ E tabi. Yılların birikimi ve edebiyata gönül vermiş bu kadar insan bir araya gelince zor olmamıştır.
Sami _ Haklısın. Derginin ismi de…

O sırada Mahmut, koşar adımlarla kahvehaneden içeri girer. Elindeki dergiyi masanın üzerine bırakır.

Mahmut _ Müjdemi isterim Sami ağabey. Dergimiz baskıdan çıkmış.

Sami’nin gülümseyerek derginin üzerine odaklanan bakışı bir süre sonra donuklaşır. Nihat, yerinden kalkarak onu kendine getirmeye çalışır. Bir süre sonra nabzına bakar.

Nihat _ İnanamıyorum. Ölmüş.

Nihat, bitkin bir halde sandalyesine düşer. Masanın üzerindeki dergiyi eline alarak ismini okur.

Nihat _ DerDa… Vay be!

Nihat’ın gözleri yaşarır ve bir süre sessiz kalır. Sonra dergiyi eline alır;

Nihat _ Dergi ve Sevda… Yazık. Tamda iki sevdasını bir isim altında toplamayı başarmıştı.

Faruk Yılmazer

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder