1.PERDE
Perde
açıldığında, kahvehane olarak dekore edilmiş mekân görünür. Uzak köşesinde
tavla oynayan iki kişi, kendi hallerindedir. Ön plandaki, eski İstanbul
efendilerini andıran görüntüleriyle Nihat ve Sami ismindeki iki tonton ihtiyar,
garsonun getirdiği kahvelerini yudumladıktan sonra sohbete başlarlar.
Nihat _ Hayırdır muhterem. Telefonda
pek bir heyecanlıydın. Ne oldu? Darülaceze’den çarşı izni aldın da, iki eski
dost kaynatalım mı dedin?
Sami _ Çok şükür, biz daha o kadar
düşmedik de, senin vaziyetine üzüldüm doğrusu.
Nihat
_ Ne varmış
vaziyetimde?
Sami _ Telefona gelinin çıktı. “Nihat
Bey’le görüşebilir miyim?” dediğimde. “Bir bakayım. Hâlâ Nihat Bey olduğunu
hatırlıyorsa vereyim.” dedi.
İki
ihtiyarın kahkahası, Sami öksürük krizine girene kadar devam eder.
Nihat
_ Sakin ol
muhterem. Güleceğim derken, az daha takma dişlerini yutup boğulacaktın. Hadi
şimdi en başından anlat bakalım. Neler oluyor? Beni buraya neden çağırdın?
Sami _ En başından…
Nihat_ Evet.
Sami _ Pekâlâ. Aslında, ebem ilk
şaplağı patlatana kadar pek bir şeyin farkında değildim.
Sami
tekrar kahkaha atar. Kahkahası yine kendi öksürüğüyle kesilir.
Nihat
_ Adam gibi
anlat. Yoksa şimdi görürsün ebenin şaplağını…
Sami
_ Tamam, tamam
anlatıyorum.
Sami’nin
neşeli yüz ifadesi, düşünceli bir hale bürünür.
Sami _ Beni bu dünyada en iyi sen
tanırsın. Söylesene bana, benim hayattaki en büyük tutkum neydi? Tabi hâlâ
hatırlıyorsan…
Nihat
_ Nasıl
unuturum? Kızın abisinden az kaldı sopa yiyecektik. Tabi ki Sevda…
Yarasına
dokunulmuş gibi, derin bir nefes alır Sami. “Ah Sevda! Yarım kalmış aşk
masalım.” diye mırıldanır önce. Sonra;
Sami
_ O değil yahu… Diğeri…
Nihat _ Neydi? Neydi? Tamam
hatırladım. Yazmayı çok seviyordun. En büyük tutkun da kendi dergini
çıkarmaktı. Hatta ilk girişimin zamanlama hatası yüzünden fiyaskoyla
sonuçlanmıştı.
Sami _ İlk mektep muallimini
kastediyorsun.
Nihat _ Tabi ki onu kastediyorum.
Yerli Malı Haftası’nı kutlamaya bir hafta kala hoca, “çocuklar neler
yapabiliriz, fikri olan var mı?” diye sormuştu. Sen hemen “Yerli Malı
Haftası’yla ilgili bir dergi çıkaralım hocam.” diye fırlamıştın.
Sami _ Evet. Kabul etmemişti.
Nihat
_ Kabul
etmemişti, doğru. Hatta “Oğlum, dergi çıkarmak şapkadan tavşan çıkarmaya
benzemez. Mikrobu şimdi alsan, bu kadar zamanda kızamık bile çıkaramazsın.”
Demişti.
Sami
_ Hayallerimi
yıkmıştı. Ama lisede ilk dergimi çıkarmayı başarmıştım.
Nihat
_ Haklısın başarmıştın.
Ünlü şairlerden alıntı iki şiir, kalanı senin yazılarından oluşan, teksir
makinesiyle çoğaltılmış on sahife. “Oğlum; dergimi çıkardın, yoksa kendi basın
bültenini mi?” diye sormuştu Edebiyat hocası.
Sami _ Maalesef, sende dâhil ekipten
hiç kimse planladığımız zamanda yazısını getirmemişti çünkü.
Nihat _ Üzgünüm ve de çok haklısın.
Dergi çıkarmak bir ekip işi… Bu tarz işlerde ekiptekilerden bir kişi bile
görevini ihmal ederse plan sekteye uğrar. Hedef tutturulamaz. Yalnız
hatırlıyorum. Sen o derginin ikinci sayısını da çıkardın. Hatta benim hiç
tanışmadığım birini dâhil etmiştin ekibe. Neydi adı?
Sami _ Müslim Temel Arman…
Nihat _ Tamam şimdi hatırladım.
Edebiyatçı onun yazılarını daha profesyonelce bulunca biraz bozulmuştun sanki.
Üçüncü sayıyı çıkarmamanı buna bağlamıştık bizde. Sahi kimdi o?
Sami _ Gerçekten bilmiyor musun?
Nihat _ Bilsem neden sorayım?
Sami
_ İsimlerin ilk
hecelerine baksana…
Nihat _ Müs-lüm Te-mel Ar-man. Müs... Te… Ar… Müstear… Vay canına!
O sen miydin? Ve bizde, kendi kendini kıskandığın için bu sevdadan vazgeçtiğini
sandık… Çok üzgünüm eski dostum. Beni bağışla lütfen.
Sami _ Sorun değil.
Nihat _ Yalnız hala anlayamadım. Bütün
bunların beni buraya davet etmenle ne ilgisi var? Yoksa yeniden dergi çıkarmaya
mı karar verdin?
Sami
_ Evet.
Nihat _ İnanmıyorum. Nasıl? İsmi ne?
Sami
_ Aslında çokta
zor olmadı…
2.PERDE
Ofis
şeklinde kullanılan küçük bir han odası… Önünde iki adet ziyaretçi koltuğu
bulunan bir çalışma masası. Masanın üzerinde eski tip bir daktilo. Koltuğuna
oturmuş, önündeki dosyaları inceleyen Sami kendi kendine konuşmaktadır.
Sami
_ Yahu şu ilanın
nesini anlayamadınız?
Masanın
sol köşesinde duran gazeteyi eline alarak okumaya başlar.
Sami
_ Yayın hayatına
yeni atılacak olan dergimizde çalışacak, bilgisayar kullanmasını bilen,
tercihen deneyimli bir iş arkadaşı arıyoruz.
Gazeteyi
elinden bırakarak tekrar dosyalara döner.
Sami
_ Adam daha
kendi ismini doğru düzgün yazamamış. Tecrübeliyim diye iş başvurusunda
bulunuyor. Neymiş efendim? İnternet ortamında sözlük yazarıymış. Keşke imla
kılavuzu yazarı olsaydın. Hiç olmazsa özel isimlerin büyük harfle başlayacağını
bilirdin.
Elindeki
dosyayı buruşturup çöp kovasına attıktan sonra bir diğerini eline alır.
Sami _ Hele şuna ne demeli?
Sözünü
tamamladığında ofisin kapısından içeri bir kişi girer. Küçümseyen gözlerle
ortalığı süzmektedir.
Sami _ Buyurun, birine mi
bakmıştınız?
Adam
tokalaşmak için elini uzatır. Aynı anda konuşmaya başlar.
Levent _ Ben Levent Yüksek… Gazetedeki
ilan için gelmiştim.
Sami _ Buyurun oturun. Tecrübelisiniz
değil mi?
Levent
_ Elbette. Hatta
benden daha tecrübelisini bulamazsınız, diyebilirim.
Sami _ Çok güzel… Daha önce nerede
yazıyordunuz?
Levent _ Belirgin bir yerde değil. Daha
doğrusu her yerde… Anlayacağınız ben internet ortamında yazıyordum.
Sami _ Ne hakkında yazıyordunuz? Yani
köşe yazarlığı falan mı yapıyordunuz?
Levent_ Hayır. Aslına bakarsanız, ben
sipariş üzerine her konuda yazabilirim.
Sami _ Anlayamadım. Biraz açabilir
misiniz?
Levent _ Çalıştığım belli guruplar
vardı. Onlar; gündemdeki bazı olayların manipüle edilmesini istedikleri zaman,
beni ve benim gibileri ararlar. Bizde girilmedik iğne deliği bırakmadan
yorumlara başlarız.
Sami
_ Nasıl
yorumlarmış bunlar?
Levent_ Bilirsiniz canım. Önce, o
olaya, habere benzeyen, insanların inanmak istediği ama doğru olmadığını
bildiği olayları farklı isimler altında sıralarız. Bu da insanların kafasını
karıştırarak şüpheye düşmelerini sağlar. Duygusal durumlardan faydalanırız, ego
okşarız, beyaz yalanlar söyleriz. Bunun gibi işte…
Sami
_ Anlıyorum.
Peki, neden bıraktınız? İyi kazandırmıyor muydu?
Levent _ Hayır aslında gayet iyi
kazandırıyordu. Sonra benim çalıştığım gurubun başı savcılıkla belaya girdi.
Anlarsınız ya…
Sami _ Evet anlarım. Bakın şimdi ne
diyeceğim? Siz şimdi az önce girmiş olduğunuz kapıdan hızlıca çıkarak burayı
terk edin ki, benimde elimden bir kaza çıkmasın.
Levent
_ Ama benim
gibi…
Sami _ Defol! İsmi yüksek, fikri
alçak herif defol.
Levent
Yüksek kapıdan çıktıktan sonra başka bir şahıs içeri girer. Sami’nin hal ve
hareketlerinden patlamaya hazır bir bomba kıvamında olduğu anlaşılmaktadır.
Mahmut _ İsmim Mahmut… İş ilanı için
gelmiştim.
Sami _ Yazma konusunda tecrüben var mı?
Mahmut _ Sayılır.
Sami _ Nasıl yani sayılır?
Mahmut
_ Arzuhalciydim
efendim.
Sami _ Yeterli, yarın sabah gel. İş
başı yap.
3.PERDE
Cumhuriyet
Basın Savcılığı’nın kapısından hızlı adımlarla çıkan Sami, uzaklaştığına kanaat
getirdikten sonra soluklanmak için duraklar. Arkasından koşarak gelen Mahmut
şaşkındır.
Mahmut _ İyi misin Sami ağabey? İçeride
çok heyecanlandın.
Sami _ Yok bir şey…
Mahmut _ Emin misin ağabey? Ben
kırtasiyeden geldiğimde durumun biraz tuhaftı.
Sami _ Nasıl tuhaftı?
Mahmut _ Ne bileyim işte… Oradaki
memura, küçükken komşunun bahçesinden kopardığın erikleri anlatmalar falan…
Sami _ Bak Mahmut! Ben zamanında
DGM’de özgürlük imzacısı olarak ifade vermiş adamım. O sebeple, bu mekânlar
beni biraz kasıyor. Önceki seferlere neden seni tek başına yolladım sanıyordun?
Mahmut _ İyi de ağabey, karşındaki
savcı değildi ki. Görevli bir memurdu sadece.
Sami _ Olsun, o kapıdan içeri girince
bana hepsi savcı. Neyse, neyse boş ver. Evraklar tamam mıymış? Eksik bir şey
kalmış mı?
Mahmut
_ Hepsi tamam
ağabey… Bu sefer başvuruyu gerçekleştirdik Allah’ın izniyle.
Sami _ Oh! Çok şükür.
4.
PERDE
Sami
ve Mahmut, bir holdingin bekleme salonunda ki koltuklara oturmuş endişeli bir
şekilde beklemektedir. Salondaki sekreterin telefonu çalar. Ahizeyi
kaldırdıktan üç saniye sonra;
Sekreter _ Tamam efendim. Gönderiyorum.
Telefonu
kapatır. Mahmut ve Sami’ye bakışlarını çevirir.
Sekreter _ Reklam işleri müdürümüz Recep
Yılmaz Bey sizi bekliyor. İçeri girebilirsiniz.
Sami
_ Teşekkür
ederiz.
Çaprazlarında
kalan kapıdan içeri girdiklerinde, Recep Bey masasında bir telefon görüşmesi
yapıyordur. Eliyle oturmalarını işaret eder. Bir süre sonra konuşması sona
erer.
Recep _ Edebiyat dergisi
çıkarıyorsunuz değil mi?
Sami _ Evet efendim.
Recep _ Güzel. Edebi eserler üreten
insanları desteklemek şirket politikamızdır. Bu yönümüzle rakiplerimize hiç
benzemeyiz. Sanırım derginize reklam verebiliriz.
Sami _ Teşekkür ederiz. Sizler gibi
edebiyata gönül vermiş insanlarla karşılaşmak bizi ziyadesiyle memnun ediyor.
Recep
_ Rica ederim.
Aslında bende bu işin içinde sayılırım. Şiir yazıyorum. Benim şiirlerimi de
yayınlarsınız artık dergide.
Sami
_ Elbette.
Yönetim kurulumuz gözden geçirdikten sonra uygun bulunursa neden olmasın?
Recep _ Bakın şunu dinleyin. Az önce
yazdım. Eminim beğeneceksiniz.
Üç ayların birincisi,/Derin
okyanuslar incisi,/Şimdi ömrümün ikindisi,/Recep Yılmaz benim adım.
Mahmut
_ Gerçekten
güzelmiş. Öyle değil mi Sami ağabey?
Sami _ Eee… Evet. Siz en iyisi,
şiirlerinizi bize yazılı olarak ulaştırın. Biz sayılarımızda onları
değerlendirmeye çalışalım.
5.PERDE
Sami
ve Mahmut, Sami’nin esi bir dostu olan işadamı Salih’in ofisinde karşılıklı
oturmaktadırlar.
Salih _ Hoş geldin Samicim. Dergi
çıkaracakmışsın diye duydum. Nasıl gidiyor çalışmalar?
Sami _ Nerdeyse hazır gibi… Tanıtım
ve abonelik çalışmalarına başladık.
Salih _ İyi yapmışsınız. Tabi
tanıtımını yapmanız, insanlara ulaşmanız lazım. Neticede bunun maddi bir
külfeti var değil mi?
Sami _ Öyle tabi…
Salih _ Hem bizim insanımız parasını
ödemediği şeyin kıymetini bilmez. Dergi çıktığında bize de bir tane hediye
bırakırsınız artık.
Sami
_ Elbette
bırakırız.
O
sırada Sami’nin gözü önlerindeki sehpanın alt gözüne bırakılmış dergilere
takılır. Bir iki tanesini eline alarak inceledikten sonra;
Sami _ Güzel çalışma yapmışlar.
Salih _ He, onlar mı? Geçerken
bırakıyorlar bazen. Pek göz atmaya fırsat bulamıyorum.
6.PERDE
Sami
ve Mahmut, küçük bir han odası olan ofislerinde bir yandan dosyalarla uğraşırken,
bir yandan sohbet etmektedir.
Sami _ İstanbul dışında oturan
yazarların yazıları elimize ulaştı mı?
Mahmut
_ İkisininki
tamam… Osman’ın yazısını bekliyoruz. Sanırım postada gecikmeye uğradı.
Sami
_ Ne postası?
Neden maille yollamamış?
Mahmut _ Bilgisayarına virüs girmiş,
arızalıymış.
Sami _ Tövbe estağfurullah!
Yetişmezse ne yapacağız?
Mahmut
_ Yerine bir
yazı ayarlamak zorunda kalırız.
Sami _ Yahu o ünlü bir yazarla
röportaj yapmayacak mıydı? Bu kadar kısa sürede kiminle, nasıl bir röportaj ayarlayabiliriz?
Mahmut _ Bilemiyorum.
Sami _ Pekâlâ. Sinan, Genç Kalemlerin
yazılarını redaksiyondan geçirmiş mi?
Mahmut _ Hayır ağabey… Hafta sonu düğün
varmış, ilgilenememiş. “Bu seferlik bir zahmet Sami ağabey bakıversin” dedi.
Sami _ Geçen haftada “cenazem var”
dememiş miydi o?
Mahmut
_ Evet ağabey…
Sami
_ Anlaşıldı.
Peki, senin yazdığın hikâye ne durumda? Tamamlayabildin mi?
Mahmut
_ Neredeyse.
Aslında tıkandığım için sonunu getiremedim. Bir fikir verirsiniz diye umut
ediyordum.
Sami
_ Güzel. Çok
güzel. Üç gün içinde baskıya gireceğiz. Röportajımız elimizde değil. Yazılar
redaksiyondan geçmemiş. Hikâye yarıda kalmış. Güzel. Çok güzel.
7.PERDE
İlk
perdedeki sahneye geri dönülür. İki tonton ihtiyarın sohbeti kahvehanede devam
etmektedir.
Sami _ Aslında çokta zor olmadı.
Nihat _ E tabi. Yılların birikimi ve
edebiyata gönül vermiş bu kadar insan bir araya gelince zor olmamıştır.
Sami _ Haklısın. Derginin ismi de…
O
sırada Mahmut, koşar adımlarla kahvehaneden içeri girer. Elindeki dergiyi masanın
üzerine bırakır.
Mahmut _ Müjdemi isterim Sami ağabey.
Dergimiz baskıdan çıkmış.
Sami’nin
gülümseyerek derginin üzerine odaklanan bakışı bir süre sonra donuklaşır.
Nihat, yerinden kalkarak onu kendine getirmeye çalışır. Bir süre sonra nabzına
bakar.
Nihat
_ İnanamıyorum.
Ölmüş.
Nihat,
bitkin bir halde sandalyesine düşer. Masanın üzerindeki dergiyi eline alarak
ismini okur.
Nihat _ DerDa… Vay be!
Nihat’ın
gözleri yaşarır ve bir süre sessiz kalır. Sonra dergiyi eline alır;
Nihat
_ Dergi ve
Sevda… Yazık. Tamda iki sevdasını bir isim altında toplamayı başarmıştı.
Faruk Yılmazer
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder