13 Ocak 2019 Pazar

Yüksek Doz Mutluluk (Hikaye)


Aynadaki aksiyle göz göze gelmemek için özen gösterdi, elini yüzünü yıkarken. Aynı özeni, diş protezlerini takmaya çalışırken gösteremedi. Her biri ayrı kıymetli olsa da; hayat yolculuğu boyunca yolda bıraktığı çizgilerin kopyalarını, bir bütün halinde yüzünde görmek hoşuna gitmiyordu nedense…
            “Yolculuk” diye mırıldandı, öfkeyle. Götürdüklerine çok fazla kızmıyordu belki… Ama getirdikleri fena halde canını sıkıyordu.
Diş protezleri… Yakın gözlüğü… Baston…
Öfkeyle başlanan her işte olduğu gibi aksilikler ardı ardına geldi. Önce lavabonun aşınmış musluğu elinde kaldı. Sonra protezlerden birini yere düşürdü. Eğilip almaya çalışırken kafasını lavaboya çarpması başlı başına faciaydı. Diline kadar ulaşan isyan sözcüğünü, son anda yuttu.
“Madem öyle…” diyerek doğrulduktan sonra, rafta duran ilaç kutusuna uzandı. Zorlanarak açtığı kutudan iki kapsül aynı anda döküldü avucuna. Doktorunun uyarısını hatırladı;
“Günde, yalnızca bir tane içebilirsin.”
İki kapsülü aynı anda ağzına atarken tekrar söylendi;
- Boş versene…
* * *
Evlatlarının, doğum günü heyecanını yaşayan genç bir çiftin sevincine ortak oldu ihtiyar adam, birinci kapıda... İkinci kapıda, ilkokula yeni başlayan bir miniğin sevincine…
Tokmağını çevirdiği her kapı, farklı bir mutlu ana açıldı. Lise arkadaşlarıyla geziye giden mutluluk sarhoşu bir delikanlı… Yine üniversite sınavını kazanan… Askerden terhis olan… Sevdiği kadınla nikâhı kıyılan…
Hiç birinden, evvelki ziyaretlerinden aldığı hazzı alamadı. Sürekli daha fazlasını arıyordu. Gri bir kapının önüne geldiğinde hafızasını yokladı. Değil içine girmek, varlığından dahi haberi yoktu bu kapının. Merak ve şaşkınlık dolu hislerle tokmağı çevirerek içeri daldı.
* * *
Önünde durduğu kapıdan dışarı fırlayan genç adam, derin bir nefes çekti önce… Sağ elinin baş ve orta parmağını kullanarak şakaklarını ovması, pekte hafif sayılamayacak bir baş ağrısı nüksettiğinin deliliydi. İhtiyar adam, lavaboya doğru ilerleyen genç adamın peşine takılmadan önce, aralık kapıdan içeriye göz attı. İçerideki sahnenin hatırlattıkları, yüzünün buruşmasına sebep oldu. Olayın mantığına aykırı bu duruma, bir anlam veremedi. Oysa…
Az sonra, genç adamın elini yüzünü yıkadığı lavaboda, iki adım gerisindeydi. Aynadaki yansımasından yüzünü inceleyen genç adamı seyretti uzun uzun.
- Ama bu yanlış, cümlesi döküldü dilinden.
- Yanlış olan ne ihtiyar?
Şaşırdı. Pek çok “acaba” geçti aklından. Genç adam tekrar konuştu;
- Birkaç dakikadır beni izliyorsun. Söylesene yanlış olan ne?
Genç adamın kendisiyle konuştuğuna emindi artık.
- Beni görebiliyor musun?
- Elbette görebiliyorum. Hatta duyabiliyorum da. Şimdi soruma cevap verecek misin?
- İnanamıyorum. Bu daha önce hiç olmadı.
- Daha önce olmayan ne? Ne demeye çalışıyorsun?
Attığı adımla kısalttığı mesafeden ihtiyar adamın gözlerinin içine baktı genç adam. Hissettiği yakınlığa bir anlam veremedi;
- Dahası kimsin sen?
Yaşadığı şaşkınlığı üzerinden atamayan ihtiyar adam bir süre sessiz kaldı. Nihayet;
- Kim olduğum önemli değil, dedikten sonra duraksadı bir süreliğine.
Sonra devam etti;
- Aslında önemli…
- Allah aşkına ne diyorsun ihtiyar? Biraz açık konuş.
- Pişman olacağın bir adım atmadan önce, seni uyarmaya gelen bir iyilik meleği olarak düşünebilirsin beni.
Zoraki bir gülümsemenin ardından;
- Bütün tuhaflıklarda beni mi bulur, dedi genç adam, kafasını çevirirken?
Aynaya son bir bakış attıktan sonra;
- Bak ihtiyar! Önemli bir toplantıdan müsaade isteyip çıktım. Söylemek istediğin bir şey varsa şimdi söyle. Yoksa ben gidiyorum.
Derin bir iç çekişin ardından;
- Evet biliyorum. Önemli bir toplantı… Hatta en yakın arkadaşını, basit bir mevki için silip atacağın bir toplantı.
Genç adamın gözlerinde, anlık bir kıvılcım yandı ve söndü;
- Şimdi anlıyorum. Seni, o gönderdi değil mi? Şirket sahibinin önünde hatalarını yüzüne vurmamam için… Benim hakkım olan o koltukta, daha uzun bir süre oturabilmesi için…
- Hayır. Aslında sen gönderdin beni buraya. Daha doğrusu pişmanlıkların…
- Sözlerine bir anlam veremiyorum. Ben, kimseyi bir yere göndermedim.
İhtiyar adamın cevabı, kafasını daha çok karıştırdı;
- Şimdi değil zaten. Yaklaşık kırk yıl sonra…
- Bu gereksiz muhabbet fazla uzadı, dedi genç adam. Kapıya doğru ilerlerken, ihtiyarın dudaklarından dökülen son cümleyi işitti.
- Hiçbir makam, hiçbir mevki bir dostluğu bitirmeye değmez.
Cevap vermek için arkasını döndüğünde, ihtiyarın artık orada olmadığını gördü. Tekrar şakaklarını ovmasının ardından, “Hayal görüyorum galiba…” diye mırıldandı.
Az sonra toplantı salonunun önündeydi genç adam. İçeriye girdiğinde şaşkınlığı tavan yaptı. Biraz önce sohbet ettiği ihtiyar adam, salonun bir köşesinde tedirgin bakışlarla kendini süzüyordu. Üstelik ortamdaki hiç kimsenin, varlığından haberi yok gibiydi. Şirket sahibi, el hareketiyle söz hakkı verdiğini işaret etti;
- Eklemek istediğiniz bazı mevzular vardı sanırım…
- Evet, efendim vardı. Fakat düşündüm de, sizi meşgul etmeye değecek kadar önemli değil.
Boynu bükük, biletini kesmesini bekleyen dostunun, şaşkın bakışlarına gülümseyerek karşılık verdi. Neden vazgeçtiğini kendisi bile bilmiyordu aslında. Hayal mi, gerçek mi olduğuna karar veremediği ihtiyar adamdan etkilenmiş olmalıydı. Evet. Doğrusu buydu. Kabul etmek istemese de, etkilenmişti onun söylediklerinden. Ve bir kere daha düşünmüştü koridor boyunca ilerlerken.
- Peki, o zaman, dedi patronu. Toplantıyı bitiriyorum.
Toplantı salonun dağılmasının ardından, yanına gelen dostu;
- Ben zannediyordum ki… O koltuğu…
Önce görüntüsü kaybolmaya yüz tutan ihtiyar adama tebessüm etti genç adam, sonra bir el işaretiyle arkadaşının konuşmasını kesti;
- Hiçbir makam, hiçbir koltuk bir dostluğu bitirmeye değmez.
* * *
- Merhumun ölüm sebebi ne, dedi, elindeki evraklara bir şeyler karalayan polis, sağlık görevlisine.
- Yeni çıkan mutluluk haplarından, birden fazla içmiş olmalı. Bu aralar sıklıkla bu tip vakalarla karşılaşıyoruz.
- Şu deneysel ilaçtan mı bahsediyorsun? Yaşlı ve yalnız zenginlerin mutlu hatıralarına erişim sağlamak için kullandığı.
- Evet. Ta kendisi. Ne kadar mutlu olduğu bir ana gittiyse artık… Baksana! Sanki hala gülümsüyor.
- O zaman ölüm sebebine “yüksek doz mutluluk” yazalım.
Gerçektende mutlu vefat etmişti ihtiyar adam. Fakat hatıralarında saklı mutlu bir ana erişim sağladığı için değil. Bilakis hüzünle sonlanan bir hatırayı, bir yanlışı doz aşımı sayesinde, hayallerinde de olsa mutlu sonla takas edebildiği için.

Faruk Yılmazer

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder