Aynadaki aksiyle göz
göze gelmemek için özen gösterdi, elini yüzünü yıkarken. Aynı özeni, diş
protezlerini takmaya çalışırken gösteremedi. Her biri ayrı kıymetli olsa da;
hayat yolculuğu boyunca yolda bıraktığı çizgilerin kopyalarını, bir bütün
halinde yüzünde görmek hoşuna gitmiyordu nedense…
“Yolculuk”
diye mırıldandı, öfkeyle. Götürdüklerine çok fazla kızmıyordu belki… Ama
getirdikleri fena halde canını sıkıyordu.
Diş protezleri… Yakın
gözlüğü… Baston…
Öfkeyle başlanan her
işte olduğu gibi aksilikler ardı ardına geldi. Önce lavabonun aşınmış musluğu
elinde kaldı. Sonra protezlerden birini yere düşürdü. Eğilip almaya çalışırken
kafasını lavaboya çarpması başlı başına faciaydı. Diline kadar ulaşan isyan
sözcüğünü, son anda yuttu.
“Madem öyle…” diyerek
doğrulduktan sonra, rafta duran ilaç kutusuna uzandı. Zorlanarak açtığı kutudan
iki kapsül aynı anda döküldü avucuna. Doktorunun uyarısını hatırladı;
“Günde, yalnızca bir
tane içebilirsin.”
İki kapsülü aynı anda
ağzına atarken tekrar söylendi;
- Boş versene…
* * *
Evlatlarının, doğum günü
heyecanını yaşayan genç bir çiftin sevincine ortak oldu ihtiyar adam, birinci
kapıda... İkinci kapıda, ilkokula yeni başlayan bir miniğin sevincine…
Tokmağını çevirdiği her
kapı, farklı bir mutlu ana açıldı. Lise arkadaşlarıyla geziye giden mutluluk
sarhoşu bir delikanlı… Yine üniversite sınavını kazanan… Askerden terhis olan… Sevdiği
kadınla nikâhı kıyılan…
Hiç birinden, evvelki
ziyaretlerinden aldığı hazzı alamadı. Sürekli daha fazlasını arıyordu. Gri bir
kapının önüne geldiğinde hafızasını yokladı. Değil içine girmek, varlığından
dahi haberi yoktu bu kapının. Merak ve şaşkınlık dolu hislerle tokmağı
çevirerek içeri daldı.
* * *
Önünde durduğu kapıdan
dışarı fırlayan genç adam, derin bir nefes çekti önce… Sağ elinin baş ve orta
parmağını kullanarak şakaklarını ovması, pekte hafif sayılamayacak bir baş
ağrısı nüksettiğinin deliliydi. İhtiyar adam, lavaboya doğru ilerleyen genç
adamın peşine takılmadan önce, aralık kapıdan içeriye göz attı. İçerideki
sahnenin hatırlattıkları, yüzünün buruşmasına sebep oldu. Olayın mantığına
aykırı bu duruma, bir anlam veremedi. Oysa…
Az sonra, genç adamın
elini yüzünü yıkadığı lavaboda, iki adım gerisindeydi. Aynadaki yansımasından
yüzünü inceleyen genç adamı seyretti uzun uzun.
- Ama bu yanlış,
cümlesi döküldü dilinden.
- Yanlış olan ne
ihtiyar?
Şaşırdı. Pek çok
“acaba” geçti aklından. Genç adam tekrar konuştu;
- Birkaç dakikadır beni
izliyorsun. Söylesene yanlış olan ne?
Genç adamın kendisiyle
konuştuğuna emindi artık.
- Beni görebiliyor
musun?
- Elbette
görebiliyorum. Hatta duyabiliyorum da. Şimdi soruma cevap verecek misin?
- İnanamıyorum. Bu daha
önce hiç olmadı.
- Daha önce olmayan ne?
Ne demeye çalışıyorsun?
Attığı adımla
kısalttığı mesafeden ihtiyar adamın gözlerinin içine baktı genç adam.
Hissettiği yakınlığa bir anlam veremedi;
- Dahası kimsin sen?
Yaşadığı şaşkınlığı
üzerinden atamayan ihtiyar adam bir süre sessiz kaldı. Nihayet;
- Kim olduğum önemli
değil, dedikten sonra duraksadı bir süreliğine.
Sonra devam etti;
- Aslında önemli…
- Allah aşkına ne
diyorsun ihtiyar? Biraz açık konuş.
- Pişman olacağın bir
adım atmadan önce, seni uyarmaya gelen bir iyilik meleği olarak düşünebilirsin
beni.
Zoraki bir gülümsemenin
ardından;
- Bütün tuhaflıklarda
beni mi bulur, dedi genç adam, kafasını çevirirken?
Aynaya son bir bakış attıktan
sonra;
- Bak ihtiyar! Önemli
bir toplantıdan müsaade isteyip çıktım. Söylemek istediğin bir şey varsa şimdi
söyle. Yoksa ben gidiyorum.
Derin bir iç çekişin ardından;
- Evet biliyorum.
Önemli bir toplantı… Hatta en yakın arkadaşını, basit bir mevki için silip
atacağın bir toplantı.
Genç adamın gözlerinde,
anlık bir kıvılcım yandı ve söndü;
- Şimdi anlıyorum.
Seni, o gönderdi değil mi? Şirket sahibinin önünde hatalarını yüzüne vurmamam
için… Benim hakkım olan o koltukta, daha uzun bir süre oturabilmesi için…
- Hayır. Aslında sen gönderdin
beni buraya. Daha doğrusu pişmanlıkların…
- Sözlerine bir anlam
veremiyorum. Ben, kimseyi bir yere göndermedim.
İhtiyar adamın cevabı, kafasını
daha çok karıştırdı;
- Şimdi değil zaten. Yaklaşık
kırk yıl sonra…
- Bu gereksiz muhabbet
fazla uzadı, dedi genç adam. Kapıya doğru ilerlerken, ihtiyarın dudaklarından
dökülen son cümleyi işitti.
- Hiçbir makam, hiçbir
mevki bir dostluğu bitirmeye değmez.
Cevap vermek için
arkasını döndüğünde, ihtiyarın artık orada olmadığını gördü. Tekrar şakaklarını
ovmasının ardından, “Hayal görüyorum galiba…” diye mırıldandı.
Az sonra toplantı
salonunun önündeydi genç adam. İçeriye girdiğinde şaşkınlığı tavan yaptı. Biraz
önce sohbet ettiği ihtiyar adam, salonun bir köşesinde tedirgin bakışlarla
kendini süzüyordu. Üstelik ortamdaki hiç kimsenin, varlığından haberi yok
gibiydi. Şirket sahibi, el hareketiyle söz hakkı verdiğini işaret etti;
- Eklemek istediğiniz
bazı mevzular vardı sanırım…
- Evet, efendim vardı.
Fakat düşündüm de, sizi meşgul etmeye değecek kadar önemli değil.
Boynu bükük, biletini
kesmesini bekleyen dostunun, şaşkın bakışlarına gülümseyerek karşılık verdi.
Neden vazgeçtiğini kendisi bile bilmiyordu aslında. Hayal mi, gerçek mi
olduğuna karar veremediği ihtiyar adamdan etkilenmiş olmalıydı. Evet. Doğrusu
buydu. Kabul etmek istemese de, etkilenmişti onun söylediklerinden. Ve bir kere
daha düşünmüştü koridor boyunca ilerlerken.
- Peki, o zaman, dedi
patronu. Toplantıyı bitiriyorum.
Toplantı salonun
dağılmasının ardından, yanına gelen dostu;
- Ben zannediyordum ki…
O koltuğu…
Önce görüntüsü
kaybolmaya yüz tutan ihtiyar adama tebessüm etti genç adam, sonra bir el
işaretiyle arkadaşının konuşmasını kesti;
- Hiçbir makam, hiçbir koltuk
bir dostluğu bitirmeye değmez.
* * *
- Merhumun ölüm sebebi
ne, dedi, elindeki evraklara bir şeyler karalayan polis, sağlık görevlisine.
- Yeni çıkan mutluluk
haplarından, birden fazla içmiş olmalı. Bu aralar sıklıkla bu tip vakalarla
karşılaşıyoruz.
- Şu deneysel ilaçtan
mı bahsediyorsun? Yaşlı ve yalnız zenginlerin mutlu hatıralarına erişim
sağlamak için kullandığı.
- Evet. Ta kendisi. Ne
kadar mutlu olduğu bir ana gittiyse artık… Baksana! Sanki hala gülümsüyor.
- O zaman ölüm sebebine
“yüksek doz mutluluk” yazalım.
Gerçektende mutlu vefat
etmişti ihtiyar adam. Fakat hatıralarında saklı mutlu bir ana erişim sağladığı
için değil. Bilakis hüzünle sonlanan bir hatırayı, bir yanlışı doz aşımı
sayesinde, hayallerinde de olsa mutlu sonla takas edebildiği için.
Faruk Yılmazer
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder