Yaprak ağaçtan
sıkıldığında sonbaharı bahane edermiş ayrılığa.
Gidiyor musun
gerçekten?
Son bir söz söylemeden,
veda bile etmeden öyle mi? Üstelik bir ben değilim yüz üstü bıraktığın. Daha
dün barışmış olmasaydık, öyle bir küsecektim ki sana… Neyse.
Diyorlar ki; öğüt
makamındaymışsın artık. Sen hep o makamdaydın dostum, bilmiyorlar. Hatırlar
mısın? Benimki de soru mu? Hatırlarsın tabi. Hafızan hep benden kuvvetliydi. On
yaşındaydık. Bulduğumuz dört bilyeyle marangoz Salih amcanın dükkânında bilyeli
araba yapmıştık kendimize. Öndeki bilyelerin takılı olduğu çıtaya tek çivi
çakmamı söylemiştin. İnadına iki çivi çakmıştım. Böyle daha sağlam oldu diye de
baskın çıkmıştım üstelik. Çıtayı hareket ettiremediğimiz için sağa sola
dönemiyor, dümdüz gidebiliyorduk sadece. Bir kez olsun “ ben demiştim “
demedin. Dahası içinde “ ben “ kelimesi geçen hiçbir cümle kurmadın sen.
Şimdi gidiyorsun ya;
karar verdim “ ben olsaydım “ diye yorumda bulunmayacağım ardından. Sen
olsaydın ne yapardın? Ömrümün hiçbir döneminde kurmadığım empatiye tavan
yaptıracağım bugün. Biliyorum fazla vaktin yok. Zaten sorularıma cevap da
vermiyorsun. O zaman paşa paşa dinleyeceksin.
Bir hafta sonu
mahalleden birkaç arkadaş denize gitmiştik. Kumsalda uzanırken seyrettiğimiz
bulutları sen dahil herkes zürafaya benzetmişti. Bir tek ben kuşa benzetmiştim
de tekrar bakınca gerçekten benzediğini söylemiştin üstelik benim hiç görmediğim
gagasını göstererek. Benim gözlerimle benden daha iyi görmüştün.
Ah dostum!
Beceremiyorum. Sen, ben olmayı hep başardın; ben, sen olmayı başaramıyorum.
Giden ben olsaydım, sen anlardın neden gittiğimi. Ben anlamıyorum, anlamakta
istemiyorum. Hani planlarımız vardı. Hani daha dün, pazar etmeye karar
vermiştik tüm sıkıntılarımızı en sebilinden. Hani bize kimse hor bakmayacaktı.
Hani gözyaşımız bir daha akmayacaktı. Bak sende sözünü tutmadın işte.
İlk kirasını ve
depozitosunu ödemiştik tutuğumuz dükkânın. Mağazalar zinciri kuracaktık. Sırça
köşklerimizin ecelerini bulup aynı gün nikâh kıyacaktık. Cüzdanımıza bilet
değil, depomuza benzin koyacaktık.
Şimdi sen her şeyi bir
kenara bırakıp gidiyorsun öyle mi? Peki ben ne yapacağın sensiz?
Kaldır kafanı bak
sokağa, sokak kurşun. Yetmezse içine çek havayı, hava kurşun. Kalemimi kırmış
hakim, kalem kurşun. Minare gibi kaplansam, yine de bana yetmez ki. Tümünü
kalıba döksem, ciğerini delen kör kurşun kadar etmez ki.
Güle güle dostum.
Gözyaşlarıma aldırma. Sen olsaydım, bende aynını yapardım. Güle güle…
Tamamdır hocam.
- Er kişi niyetine
Gittin...
Arsız karabasanlar doldurdu gündüzleri bile,
eldivenli terziler narkozsuz dikti yaraları,
gözyaşının buğusunda çekti göz karelerini,
fırçasına inme indi ressamın,
sonra gittin...
İki metrekarelik, toprak altı zaman tüneline…
Faruk
Yılmazer
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder