17 Nisan 2021 Cumartesi

Gündemi Yakalamak (Makale)

 

Ahir zaman alametlerinden birinin, zamanın çok hızlı akması olduğu söylenir. An itibariyle bu durumdan şikâyetçi olmayan tek bir kişi bile yok, görebildiğim kadarıyla. Bağlantılı olarak hem dünyada, hem Türkiye’de gündem de o kadar hızlı akıyor ki, hızına yetişebilmek mümkün değil.




Geçtiğimiz seneye Elazığ’da yaşanan deprem felaketiyle başlamış, peşi sıra Van’da yaşanan çığ felaketiyle bir kere daha kahrolmuştuk. Sonrasında, ilk olarak Çin’de ortaya çıktığı söylenen ve kendi içinde pek çok alt gündem oluşturan Korana virüsü önce sınırlarımızdan içeri sonra da gündemimize girmişti. Hatta henüz sınırlarımızdan içeri girmeden gündemimize girdiğini de söyleyebiliriz.

İlk ikisi, doğal yollardan oluşan felaketler olsa da, üçüncüsünün insan eliyle gerçekleştirildiği neredeyse tüm dünyanın kabullendiği bir gerçek. Ve belki bu sebeple, korunma yolları, aşısı, mutasyonu, bulaşma hızı, ölüm oranı, kısıtlamalar derken, diğer gündemler ışık hızıyla gözümüzün önünden geçip gittiği halde; Korona, bir türlü gündemden düşmüyor, düşürülmüyor.

Gezegeni sıfırlama projesi olduğu… Aşırı abartıldığı… Dünya Sağlık Örgütü’nün de işin içinde olduğu… Aşırı abartıldığı… Ekonomileri çökertme amacı güttüğü… Aşırı abartıldığı… Bulaşma riskini azaltmak için kullanılan maskelerin, yarardan çok zarar getirdiği… Aşırı abartıldığı gibi pek çok iddia mevcut…

Uzmanlığı olsun, olmasın; önüne mikrofon uzatılan, eline kalem alan hemen herkes bu iddiaların herhangi birinin ucundan tutarak konu hakkında yorumlarda bulunuyor ve insanların zaten karışık olan kafasını daha da karıştırıyor. En büyük sıkıntıyı da, aşırı abartıldığı doğru olsun veya olmasın hastalığın sebebi müsebbipleri olan ve dahi üzerinden plan devşiren küresel çetelerin karşısında dik durmaya çalışan ulusal devletler, hükümetler çekiyor. Zira aldıkları, alabilecekleri hiçbir karar toplumun tamamını memnun etmez, edemez, edemeyecek.

Üçüncü Dünya Savaşının biyolojik savaş olarak yaşandığı, yaşanacağı gerçeğini unutmadan… Sıradan insanların gündemine giren iddiaları hükümetlerin bilmediği, üzerinde konuşmadığı, önlemler almaya çalışmadığı zannına kapılmak tam bir safdillik. Bana kalırsa; bizim hükümetimiz de dâhil olmak üzere tüm hükümetlerin yapmaya çalıştığı, her iki seçeneğinde doğru olabileceğini değerlendirerek kararlar almak.

Neticede bu salgın gerçekten anlatıldığı kadar tehlikeliyse, aldıkları kararlarla halklarını salgından korumuş… Eğer bir abartıdan yani bir fragmandan ibaretse, asıl film başlamadan önce deneyim sahibi olmuş, vakti zamanı geldiğinde yapmaları gerekeni öğrenmiş olacaklar. Küreselcilerin yaşadığı en büyük paradoks da bu… Olabilecekleri gözlemlemek için yaptıkları deneyle, insanları istemeden eğitmiş oluyorlar. Tıpkı, kırk yıldır besledikleri terörün, ordumuzun savaş yeteneğinin körelmesine engel olması gibi…

Kaldı ki; korunma yolu olarak Cumhurbaşkanımızın ön plana çıkardığı maske, mesafe ve temizlik üçlüsünün üçüncüsü, yani temizlik imanın yarısı bizim inancımıza göre. İlk ikisi de dolaylı olarak temiz kalmaya hizmet ediyor zaten.

 

Neyse. Geçtiğimiz senenin gündem maddelerinden biri de, yine gündemden hiç düşmeyen, düşmeyecek olan Ayasofya’nın seksen altı yıl sonra yeniden bir ibadethane olarak hizmete açılması müjdesiydi. Her ne kadar belli bir güruh tarafından felaket algısı yapılmış olsa da… Üzerinde yazılabilecek, konuşabilecek o kadar çok şey var ki, bir köşe yazısına sığması mümkün değil.

Ve hakikaten çok şey söylendi.

Çok şey söyledik.

Lakin asıl sorunun, kıraatımızda olduğunu uzun süre görmedik. Nefsimiz için dört elif miktarı; ümmet için duayı, tabi med’de yükledik yıllarca.

Ne zaman değişti? 15 Temmuz 2016 akşamı millet vasfını, ümmet vasfını taşıyanlar olarak kalktığımız kıyamda, kıraatın hakkını verdiğimizde… Kavli duamızı, fiili duayla tebdil ettiğimizde…

Bu açıdan baktığımızda; zincirlerini, 15 Temmuz gecesi kırdı Ayasofya.

Elhamdülillah.

Ey Ayasofya!

Ey muhteşem mabet;

Özgürlüğünü haykır… Özgürlüğümüzü…

Kördüğümün çözüldüğünü…

Bir çağın daha kapandığını…

Ta Kudüs’e varsın sesin.

Elhamdülillah.

 

Yine geçtiğimiz yılın önemli gündem maddeleri arasında, kardeş ülke Azerbaycan ile Ermenistan arasında yaşanan; ülkemizin de desteğiyle yıllar sonra gerçek sahiplerinin yani Azerbaycan’ın eline geçen Dağlık Karabağ bölgesinde yaşanan savaş vardı.

Yabancı haber ajanslarında da yazıldığı gibi, bu savaşın Azerbaycanlı kardeşlerimizden sonra kazananı Türkiye’ydi. Ve gelecek yıllarda, ülkemizin bölgedeki belirleyici rolünü sabit hale getirdi.

 

Bu senenin en önemli gündem maddesi de; aile yapısına dinamit koyduğu için 20 Mart 2021 tarihinde Cumhurbaşkanımız tarafından çöpe atılan,  İstanbul Sözleşmesi olsa gerek. Bakmayın siz altına imza dahi atmadıkları bir sözleşmeyi kaldırdığımız için bazı ülkelerin bizi eleştirdiğine. Biz, “Kadınlar size Allah’ın emanetidir.” diyen Hz. Muhammed’in (S.A.V) ümmetiyiz. Bunu çocuklarımıza hakkıyla öğretebilsek yeter. Öyle seksen dört maddelik çöp yığınına ihtiyacımız yok.

 

Kırsal bir bölgede doğan… İsmi, ilk yaşını görmeden vefat eden dedesi tarafından konulan Recep, “İlkokula başlayana kadar ismimi Yecep zannediyordum.” diyor ya hani, “R” harfini telaffuz edemeyen anne ve babası yüzünden. Bize de, “Zavallı Anadolulu” olduğumuz öğretildi yıllarca, son üç gündem maddesiyle aslında ”Muhteşem” olduğumuzu öğrenene kadar.

Fransa Cumhurbaşkanı Macron, “Türkiye’nin seçimlerimize müdahale etmesinden endişe ediyorum.” diyor ya hani… Batının, gerçekte kim olduğumuzu öğrenince, işlerin tersine döneceği korkusu bu.

Ne diyelim? Biz kim olduğumuzu öğrendik. Gerisini onlar düşünsün.

 

Zaman çok hızlı akıyor. Gündem de öyle. Biz, dünyaya neden gönderildiğimizi ve kim olduğumuzu unutmayalım yeter.

Selametle…

 

Faruk Yılmazer

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder