11 Nisan 2021 Pazar

Maden (Hikaye)

Son kapıyı açmak için hareketlenen görevliyi bir el hareketiyle durdurmasının ardından;

- Vazgeçtim, dedi. Çıkmayacağım. Buraya getirin.

Kendisine refakat edecek olan ikilinin yüzlerinde oluşan alaycı kıvrımları, kafalarını büyük oranda örten başlıklarına rağmen görebildi. Sesinin tonunu sertleştirerek;

- Duydunuz değil mi?

- Evet efendim.

Üç adım geriye çekilerek ara kapının kapanmasını bekledi. İki gökmen, mekiği terk ederken önce başlığı, sonra koruyucu kıyafetini çıkardı.

Az sonra, yeryüzünden milyonlarca kilometre uzaklaşmasının sebebiyle baş başaydı. Gözbebekleri büyüdü;

- Buna bir açıklama getirebilen var mı?

Mekiğin pilotu;

- Bilim adamlarımızın bir paralel evren teorisi var ama…

Başını iki yana sallayarak pilotun sözünü kesti;

- Eğer gerçekten bir paralel evren varsa bile; ehlinin, bu sözde gezegen üzerinde takım elbiseyle gezmeye kalkacak kadar çılgın olduğunu sanmıyorum.

Sözü kesilen pilot, sessiz kalmayı tercih edince;

- Elle tutulur bir fikriniz yok yani?

- Maalesef efendim.

- Ne kadar zamandır burada olduğunu tespit edebildiniz mi?

- Mutlak soğuğa çok yakın bir ısıda ve atmosfersiz ortamda bulunduğu için bunu tespit edebilmemiz imkânsız. Bir hafta da olabilir. Yüz yıl da…

- Kendisinin, on yıl daha yaşlı hali gibi duran kaskatı bedene son bir kere daha baktı;

- Ne yapacağımıza karar verene kadar onu gemide muhafaza edin.

Yüz hatları gerildi ve ses tonu olabildiğince sertleşti;

- Ve bu olay, kesinlikle buradan dışarı çıkmayacak.

* * *

 


On yıl sonra…

 

Konuşmasını, sorulacak soruları ve danışmanlarının hazırladığı cevapları dijital ekrandan son bir kere daha kontrol etti. Ve olası bir aykırı soru ile karşılaşması durumunda, destek için hazır bekleyen ekibin kullanacağı görünmez teçhizatın çalışıp, çalışmadığını… Bir sorun olmadığına ikna olmasının ardından antika boy aynasının karşısına geçti. Kılık kıyafetini düzeltirken yukarıdan aşağı süzdüğü yansıması; en başından beri beynini kemiren “Atladığım bir şey var.” düşüncesinin yeniden canlanmasına sebep olsa da, kuruntu yaptığına karar vererek umursamadı.

Online basın toplantısının gerçekleşeceği alana doğru ilerlerken, eğitim ziyaretini tamamlayarak fabrikadan ayrılmaya hazırlanan ilköğretim öğrencilerinden birinin, onlara rehberlik eden görevliye sorduğu soruya kulak misafiri oldu.

- Neden bu kadar çok teleskop çeşidine ihtiyacınız var?

Zeki bir beynin kokusunu alma konusundaki mahareti duraksamasına sebep oldu. İstikametini çoktan belirlemiş olan ayakları, yön değiştirerek öğrencilerin bulunduğu alana taşıdı bedenini. Gelişini fark eden görevli;

- Uzay madenciliği enstitüsünün başkanı Şeref Tosun Bey, cümlesiyle onu öğrencilere tanıtma gereği duydu.

Sorunun sahibi gence yanaşan Şeref Tosun, gencin sol kolunun askıda olduğunu fark etti;

- Neden kolun sargılı genç adam?

- Düştüm. Doktor, kolumda çatlak olduğunu söyledi.

- Doktor, çatlağı tespit edebilmek için röntgen filmi çekti değil mi?

- Evet.

- Çünkü kırıklar ve çatlaklar bu şekilde tespit edilebilir. Fakat insan vücudu sadece kemiklerden oluşmuyor. Kas, damar, kan, irin, organlar ve daha pek çok şey var. Peki ya çatlak değil de, bir kas yırtılması yahut organ hasarı olsaydı nasıl tespit edecekti doktor?

- Farklı bir cihaz kullanırdı sanırım.

- İşte cevap bu… Uzayın… Daha doğrusu evrenin insan vücudundan pek bir farkı yok. Dolayısıyla tek tip teleskopla tüm verileri tespit edebilmemiz mümkün değil.

- Anlıyorum efendim.

Bir süre sessiz kalan öğrenci;

- Bir soru daha sorabilir miyim?

- Hadi, sor bakalım.

- Evren, insan vücudu gibiyse, kara delikleri gözlerimize benzetebilir miyiz?

Yine yanılmamıştı. “Eğitildiğinde çok verimli olabilecek bir beyin.” Düşüncesi, nöronlarının arasında gitti geldi. Üzerinde çok düşündüğü bu soruyu soran,  gencin zekâ fışkıran gözlerine bakarken kendisine seslenildiğini işitti.

- Şeref Bey, gazeteci arkadaşlar toplantı için hazır.

Görevliye, gencin iletişim bilgilerini almasını işaret ettikten sonra;

- Şimdi ayrılmam gerekiyor. Ama istersen bu konu hakkında daha sonra uzun bir sohbet ederiz belki…

İlerlemek için hareketlendiğinde cam kapıdaki yansımasını gördü. Işığın göz kırpmasına benzer anlık bir gelgitin ardından, “Belki de edemeyiz.” diye mırıldandı. Sebepler kümesinden teğet geçerken…

Az sonra bağlantı kurulmuş, davetli gazetecilerin avatarları toplantı salonunda belirmeye başlamıştı bile. İstemediği bir ismin aralarına sızmış olması ihtimali gerilmesine sebep olsa da, profesyonel bir ekibin tetikte beklediğini anımsayarak nispeten rahatladı.

Bol sıfırlı rakamların zikredildiği uzun bir konuşmanın ardından ilk sorular beklediği yerden geldi ve cevap vermekte zorlanmadı. Avatar kullanırsa gösteremeyeceği sempatik hareketler, nükteli cevaplar ve samimi pozlarla gazetecileri etkisi altına almış görünüyordu. Ta ki avatarına aşina olmadığı bir isme sıra gelene kadar…

- Şeref Bey. Dünya ülkeleri ile eşzamanlı olarak, ülkemizde Uzay Madenciliği işine giren ilk ve haddizatında tek isimsiniz. Gezegenimiz üzerindeki maden rezervlerinin tükenmeye başladığı günümüzde, ticari getirisi bir tarafa, insana hizmet açısından dahi yaptığınız işin önemi inkâr edilemez. Ve devletimizin bu konuda size vermiş olduğu sonsuz destek, elbette… Benim size iki sorum var. Birincisi;

Ülkemizin en varlıklı ailelerinden birinin mensubusunuz. Ailenizin, nesilden nesle geçen yönetim anlayışı sonucu şu an yönetim koltuğunda siz oturuyorsunuz. Otuz yıl evvel, yani o koltukta henüz babanız oturuyorken Türkiye Uzay Programı açıklanmış; babanız, zamanın hükümetini ağır bir dille eleştirerek ekonomi ile ilgili daha önemli önceliklerimiz olduğunu belirtmişti. Uzay madenciliğinin, ekonomiye olan katkısını günümüz şartlarında incelediğimiz zaman, o gün yaşananlar babanızın öngörüsüzlüğü müydü? Yoksa yönetime gelir gelmez, devletin de katkısıyla bu işe soyunan sizin, müthiş öngörünüz mü?

Diğer arkadaşların nedense sormaktan özellikle kaçındığı ikinci soruma gelecek olursak; Yeryüzüne getirebilmeyi başardığınız madenlerin önemli bir kısmını büyük meblağlar karşılığında yurt dışına ve özellikle defalarca savaşın eşiğine geldiğimiz ülkelere kaçırdığınıza dair bir suçlamayla karşı karşıyasınız. Basın toplantısı düzenleyeceğiniz duyurulduğunda, bu konuda bir açıklamanız olacağını düşünmüştük. Fakat konuşmanızda o konuya hiç girmediniz…

 

2021 yılının ilk çeyreğinde Türkiye Uzay Programı açıklandığında, çoğu vatandaş ülke olarak bu işin altından kalkabileceğimizden şüphe ediyordu. İlgili bakanlığın olağanüstü çalışmaları ve gerçekleştirilen tersine beyin göçü sayesinde, on yıl gibi kısa bir zaman zarfında büyük bir yol kat edilmiş… Gelişmiş denilen ülkelerle aynı seviyeye gelinmiş… Hatta daha ileri safhalara doğru yol alınmıştı.

Savunma Sanayi ile ilgili oldukça büyük projelerle meşgul olduğundan; devlet, daha önce pek çok konuda yaptığı gibi Uzay Madenciliği konusunda da özel sektörle işbirliği yoluna gitmiş… Ülkenin en zengin işadamlarını konuyla ilgilenmeye davet etmişti. Şeref Tosun’un başında olduğu aile şirketi işi kabul etmiş, devletin desteğini de arkasına alarak büyük başarılara imza atmıştı.

İyon motorlu mekikler yardımıyla, uydumuz ay’dan, “helyum 3”madeni taşınmaya başlanmıştı önce yerküreye. Daha güçlü motorlar yapılmaya başlandığında, gözlerini Jüpiter ile Mars arasındaki asteroit kuşağına çevirmişti dünya insanları. Özel olarak yapılmış gemilerle yakalanan küçük asteroitler, önce ay yörüngesine sürükleniyor, daha sonra dünyaya ulaştırılıyordu.

İkinci on yılın sonlarına yaklaşıldığında geliştirilen solucan deliği teknolojisi tam bir devrimdi. Teknoloji; işin başında tek yönlü çalışması ve hücresel bozulmaya sebep olması sebebiyle canlı transferine imkân vermese de, maden sevkiyatının çok hızlı ve oldukça ucuz bir şekilde yapılmasına olanak sağladı.

Tüm dünya ülkelerinden önce Şeref Tosun’un ekibi, cüce gezegen Ceres’e solucan deliği açabileceği cihazları yerleştirmeyi başarmıştı. Böylece, kuşaktan yakaladıkları daha büyük asteroitleri Ceres’in yörüngesine çekecek, sonrasında olağanüstü bir hızda dünyaya gönderebileceklerdi.

Diğer gezegenlerde kolonileşebilmenin önünü açan bu son hamle Şeref Tosun için bir değişimin başlangıcı olmuştu. Artık kendini insanüstü olarak görmeye başlamış; dünyayı ve hatta tüm evreni yönetecek bir güce ulaşabileceğini düşünmeye başlamıştı. Bu yönde ülkesine ve dahi tüm insanlığa ihanet sayılacak pek çok gizli antlaşmaya imza atmış, gezegeni resetlemeye çalışan gizemli teşkilatların bir oyuncusu haline gelmişti. Kim bilir? Belki de, figüranlıktan oyunculuğa terfi etmişti.

Fakat Ceres’e çıkartma yapılan gün inanılmaz bir olay yaşanmış, ilk defa insan ayağı değdiği düşünülen cüce gezegende bir insan cesediyle karşılaşmışlardı. İşin daha da tuhaf olan tarafı, hiçbir koruyucu kıyafete sahip olmayan cesedin, biraz daha yaşlı görünmesinin dışında, Şeref Tosun’un bire bir kopyası olmasıydı. Durum kendisine bildirildiğinde, ilk kalkan uzay aracı ile Ceres’e kadar gitmiş, olayı yerinde müşahede etmiş… Bir açıklama getiremeyince, cesedi yok ederek olayı bir sır olarak saklamayı tercih etmişti.

Transferlerinin, sadece devlet görevlileri gözetiminde yapılmasına izin verilen solucan deliği teknolojisi son on yılda daha da geliştirilse de… Bilinmezlerinin çokluğundan dolayı, hiçbir ülke sistemin insan transferinde kullanılmasına izin vermiyordu. En azından uluslar arası antlaşmalar bunu gerektiriyordu.

Türkiye’de, sistemin rapor edilenden daha fazla kullanıldığını ve bu gizemli seyrüseferlerin gezegenler arası değil, yerküre üzerinde yapıldığını tespit eden devlet görevlileri harekete geçmiş… Nihayetinde, Şeref Tosun’un elde edilen madenleri yurtdışına kaçırdığı savıyla soruşturma başlatmıştı. Ceres’den yapılan nakillerin her saniyesinin gözlem altında olması bu yönde illegal bir durum yaşanmasına müsaade etmese de, gezegen üzerinde böyle bir kaçak operasyonun yapılabilmesi gayet mümkündü. Ailenin, tüm mal varlığını yurtdışına taşıyor oluşu da bunu ispatlar nitelikteydi.

 

“Değişmeyen tek şey, değişimin kendisidir.”cümlesi kulağına çalındığında; ekibin vereceği cevabı çoktan hazırladığını düşünerek derin bir nefes aldı Şeref Tosun. Avatarlara dönerek cümleyi tekrarladı;

- Değişmeyen tek şey, değişimin kendisidir.

Fakat sonraki cümle beklediği istikamette değildi.

“Şeref Bey. Özel harekât polisleri fabrikayı bastı. Bulunduğunuz alana doğru ilerliyorlar.”

- Özür dilerim arkadaşlar, dedi gazetecilerin avatarlarına. Toplantıyı burada bitirmek zorundayım.

Avatarlar birer birer silinirken kendisini yönlendiren sese;

- Sistemi çalıştırın. Ada’ya bir solucan deliği açın. Geleceğimi haber verin. Polisleri de oyalayabildiğiniz kadar oyalayın.

Sistemin kurulu olduğu mekâna doğru koşarken, yolculuğunu riskli hale getirebilecek tüm teknolojik aletleri üzerinden söküp atmaya başladı.

Kan ter içinde istediği yere ulaştığında, komutlarının çoktan yerine getirilmiş olduğunu görerek rahatladı. Bağlantı da olduğu cihazları söktüğü için ekibin son cümlesini duyamadı.

- Şeref Bey, durun. Kapı Ceres’e açık. Kapatarak Ada’ya yol açabilmemiz için birkaç dakika beklemeniz gerekiyor.

Koşarken çarptığı iki işçiyi yere serdi ve yakalanmasına saniyeler kala “Artık burada işim bitti.” Diye bağırarak kendini cihazın içine attı. Son anda onu elinden kaçıran polis bir anlığına peşinden gitmeyi düşünse de, kararından çabuk vazgeçti. Düştüğü yerden doğrulan işçilerden birinin yakasına yapıştı.

- Nereye gitti?

Kekelemeye başlayan işçi;

- İnanamıyorum. Ceres’e ekipman sevkiyatı yapıyorduk. Şeref Bey… Şeref Bey, üzerinde tek bir koruyucu kıyafet bile olmadan Ceres’e gitti.

Takım elbiseyle gezegenler arası seyahat yapan Şeref Tosun’un hayal kırıklığı, kaskatı kesilen yüzüne sabitlendi. Atladığı… Daha doğrusu unuttuğu şeyin ne olduğunu geç de olsa hatırladı. İhanetin imzasını attığı günlere geri dönmüş, on senede bir tekrarlanacak döngünün içine hapsolmuştu. Görebildiği tüm uzayı, soğuğun etkisiyle billurlaşan gözbebeklerine hapsederken, beyninde donan son hücre, gözlerinin gerçekten kara deliğe dönüştüğünü düşündü.

Evet. Solucan deliği vasıtasıyla “Ada” dediği malum ülkeye birkaç kez yolculuk yapmıştı Şeref Tosun. Fakat bu yolculukların sorunsuz yapılmış olması, her zaman sorunsuz olacağı anlamına gelmiyordu. Özellikle canlı nakliyatında risk çoktu ve bir güneş parlaması, henüz keşfedilmemiş madenlerin yan etkisi yahut hiç akla bile gelmeyecek bir değişken yalnız mekânda değil… Zamanda dahi yolculuk yaptırabilirdi insana.

Şeref Tosun’un, on yıl öncesine, sistemin Ceres’e kurulduğu güne yaptığı yolculuk, bunun…

Aile olarak, önce karşı çıktıklarına, maddiyat kokusu aldıktan sonra sarılmaları, ikiyüzlülüklerinin…

En başında ve en sonunda yapılan yanlışlar, aidiyetin başka bir yere hissedildiğinin ispatı, göstergesi olsa gerekti…

 

Bu ülke insanının önüne hedef konulduğunda; baskılara, engellemelere ve hatta ihanete rağmen yolundan dönmeyeceğinin ispatı olan program başka isimlerle yoluna devam etti. Güzel ülkemizi döngülere hapsetmeye çalışan tüm güçlere inat…

 

Faruk Yılmazer

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder