Okuduğum bir makalede
İnsan Genom Projesi için, “İnsanlığa yapılmış en büyük yatırım olabilir mi?”
sorusu soruluyor ve devam eden yazı dizisinde “Olabilir mi?” kelimesi yok
sayılarak bu projenin insanlığa yapılmış en büyük yatırım olduğu ispatlanmaya
çalışılıyordu.
Yaşı müsait olanlar
hatırlayacaktır; İnsan DNA’sında bulunan temel çiftlerini haritalandırma ve
insan genlerini anlama amacı güttüğü söylenen bu projenin başarıya ulaştığı,
zamanın ABD başkanı tarafından 2003 yılı Nisan ayında büyük bir heyecanla
açıklanmış… İnsanlığın genetik doğasını artık anlayabildiğimizin vurgusu
yapılmıştı.
Sekiz milyara yakın
insanın yaşadığı gezegenimizde, yetişkin her bireyin 60 trilyondan fazla
hücreye sahip olduğunu… Bunun yarısının insan hücreleri, diğer yarısının
bedenimizde yaşayan mikro organizmalar olduğunu az çok biliyoruz.
Peki, nasıl oluyor da,
bu hücreler birlikte çalışarak kalbimize kan pompalıyor, düşünmemizi,
kemiklerimizin gelişmesini sağlıyor? Daha doğrusu görevlerini nereden biliyor,
talimatı kimden alıyorlar?
Bunun cevabı,
Deoksiribo Nükleik Asit olarak tanımladığımız DNA’da yatıyor. DNA, bütün
hücrelerimizin içinde bulunuyor onlara ne yapmaları gerektiğini söylüyor. Bilim
adamları, DNA’nın bu talimatlarını genel anlamda GENOM diye isimlendiriyor.
Peki, DNA tüm bunları
nereden biliyor, diye soracaksınız ister istemez… Sormayın. Çünkü ne projede,
ne de makalede insan ruhu göz önünde bulundurulmamış… Tüm çalışmalar, maddesel
boyutta yapılmış. Tanrı Parçacığını arayan da aynı zihniyet malum…
Buraya kadar tüm
bunları anlatmış olmamın sebebi, karşımızdaki güruhun düşünce sistemimi
anlatabilmek içindi, anladığınız üzere… Bu arada, semeresi 2003 yılında alındı
diye, bu çalışmaların o seneye yakın bir zaman diliminde başladığı izlenimine
kapılmayın sakın. Her ne kadar komplo teorisi diye adlandırılarak üstü
örtülmeye çalışılsa da; Nazi Almanya’sında, Rusya’da ve bilmediğimiz daha pek
çok ülkede öncü çalışmaların yapıldığı… Bitki, hayvan ve insan genlerinin
birbirleriyle karıştırılarak melez türler oluşturulduğu da bir gerçek.
Gül ile kuru fasulye
genlerini karıştırarak, malum fiiliyatın akabinde ortalığın gül kokacağını
düşünen bizim Temel gibi iyi niyetli olmadıkları da ortada…
Şimdi, projenin
başarıya ulaştığının açıklandığı 2003 yılında aklıma takılan ve bugünde hala
zihnimi meşgul eden o soruya geçelim isterseniz.
Hz. İbrahim’in naaşı bu
araştırmacıların eline geçse ne olur?
El cevap: Genetik
dizilimini araştırarak, ateşin yakamayacağı bir deri üretmeye çalışmak olur.
Hz. İsmail’in naaşı
ellerine geçerse, bıçağın kesemediği…
Peki, Hz İsa’nın,
Allah’ın izni ile dirilttiği bedenler ellerine geçerse?
Soruları arttırmak
mümkün... Olası cevapların, sürüklenmemize sebep olacağı endişe ile birlikte
elbette.
Yıllardır çevirmiş
oldukları filmlerde, dizilerde kimi zaman uzaydan gelen, kimi zaman mutasyonlar
neticesinde olağanüstü güçler kazanan insanları gözümüze sokmaları hedeflerinin
ve dahi insanlığı hazırlamanın çalışmalarıydı tabi ki… Bir gün başaracaklarının
eminliğiyle…
Bu projeleri, filmleri,
araştırmaları yapanlarının çoğunun Yahudi olduğu yahut Yahudiler tarafından
finanse edildiği…
Pagan mitlerinden yola
çıkarak, Dünya liderliğini tamamen kendi soylarına bağlama gayretinde
oldukları…
Yeni Dünya Düzeni, Tek
Dünya Devleti Diktatörlüğü, Tek Devlet Düzenini kurmak istediklerini biliyoruz.
Ve tüm bunları
başarabilmek için; Sahte Ufo İstilası, Sahte Mehdi, Sahte Mesih ve Deccal’i
ortaya çıkararak Kıyamet Savaşı başlatmak istediklerini…
Bilmediğimiz, daha
doğrusu görmek istemediğimiz bu işte yalnız olmadıkları. Başından beri
anlatmaya çalıştığım Paganistlerle işbirliği halinde oldukları.
Yahudilik bir ırk mıdır
yoksa din midir, tartışmalarına ne cevap verilirse verilsin, asıl cevap onların
kendilerini ne olarak gördüklerinde gizli? Bugün seküler veya ateist Yahudi
ibarelerini kullanabiliyorlarsa en azından bir bölümünün meseleye dini açıdan
bakmadıkları ortada. Bu açıdan bakıldığında muharref Tevrat’ın da çok
umurlarında olduğunu sanmıyorum.
Yahudilerin; Hz.
Yakup’a verilen İsrail lakabını “Tanrıyla güreşen ve onu yenen”, diğer bir
tabirle “Tanrıyla uğraşan” olarak tanımlamaları da bir sınır çizgilerinin
olmadığının ispatı.
Bir kısmının;
Mescidi Aksa’yı yıkarak,
Yerine Süleyman Mabedi inşa etmek gibi bir emeli var elbette…
Kayıp Sandığı, Asayı
Musa’yı bulmanın…
Fakat kendi içinde bu
kadar ayrışmış bir toplumun muharref bir kitabın etrafında birleştikleri… Düşük
nüfuslarına bakmadan üç din için de kutsal sayılan bir şehri kendi başlarına
ele geçirmeye çalıştıklarına inanmak saflık ötesi.
Pek çok Peygamber’e ev
sahipliği yapmış… Pek çok kez vahiy inmiş… İlk kıblemiz… Efendimizin (s.a.v.),
miraca çıktığı, tüm Peygamberlere imamlık yaptığı… Gök kapılarının açık olduğu…
Evet. Tüm şeytanileri
ortak hareket etmeye iten sebep, açık olan “Gök Kapıları”. Ulaşamadıkları için,
sahteleriyle göz boyamaya çalıştıkları…
Tanrıyla
uğraşabileceğini düşünen… Hâşâ üstün insan yaratma fikri güden… Kendilerine
kölelik edeceklerin haricindeki insan nüfusunu yok etmeye… Gök kapılarını ele
geçirmeye… Kısaca Tanrıyı oynamaya çalışan sapkın bir zihniyet…
Yine bu açıdan
bakıldığında; imkânsızlıklar içinde Kudüs’ü savunmaya çalışan Filistin’li din
kardeşimizin ve dahi tüm dünyayı karşısına alma bahasına hem beldeye, hem de
oradaki Müslümanlara sahip çıkmaya çalışan devletimizin kimlerle çatıştığı
ortada. Adına ister Siyonizm deyin… İster Yahudi, Evangelist ve Pagan işbirliği
deyin.
Ne derseniz deyin.
Ruhtan bihaber, her şeye maddesel gözle bakan, yaratıcıyla uğraşabileceğini
zanneden, Peygamber öldürmekten dahi çekinmeyen bu lanetli kavmin helaki yakın.
Ve işbirlikçilerinin…
Allah’ın vaadi hak… O
güne kadar bize düşen, saflarımızı sıkı tutarak mücadelemizi sürdürmek.
Rab’bim, yar ve
yardımcımız olsun.
Faruk
Yılmazer
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder