20 Mayıs 2021 Perşembe

Gök Kapıları

Okuduğum bir makalede İnsan Genom Projesi için, “İnsanlığa yapılmış en büyük yatırım olabilir mi?” sorusu soruluyor ve devam eden yazı dizisinde “Olabilir mi?” kelimesi yok sayılarak bu projenin insanlığa yapılmış en büyük yatırım olduğu ispatlanmaya çalışılıyordu.

Yaşı müsait olanlar hatırlayacaktır; İnsan DNA’sında bulunan temel çiftlerini haritalandırma ve insan genlerini anlama amacı güttüğü söylenen bu projenin başarıya ulaştığı, zamanın ABD başkanı tarafından 2003 yılı Nisan ayında büyük bir heyecanla açıklanmış… İnsanlığın genetik doğasını artık anlayabildiğimizin vurgusu yapılmıştı.

Sekiz milyara yakın insanın yaşadığı gezegenimizde, yetişkin her bireyin 60 trilyondan fazla hücreye sahip olduğunu… Bunun yarısının insan hücreleri, diğer yarısının bedenimizde yaşayan mikro organizmalar olduğunu az çok biliyoruz.

Peki, nasıl oluyor da, bu hücreler birlikte çalışarak kalbimize kan pompalıyor, düşünmemizi, kemiklerimizin gelişmesini sağlıyor? Daha doğrusu görevlerini nereden biliyor, talimatı kimden alıyorlar?

Bunun cevabı, Deoksiribo Nükleik Asit olarak tanımladığımız DNA’da yatıyor. DNA, bütün hücrelerimizin içinde bulunuyor onlara ne yapmaları gerektiğini söylüyor. Bilim adamları, DNA’nın bu talimatlarını genel anlamda GENOM diye isimlendiriyor.

Peki, DNA tüm bunları nereden biliyor, diye soracaksınız ister istemez… Sormayın. Çünkü ne projede, ne de makalede insan ruhu göz önünde bulundurulmamış… Tüm çalışmalar, maddesel boyutta yapılmış. Tanrı Parçacığını arayan da aynı zihniyet malum…

Buraya kadar tüm bunları anlatmış olmamın sebebi, karşımızdaki güruhun düşünce sistemimi anlatabilmek içindi, anladığınız üzere… Bu arada, semeresi 2003 yılında alındı diye, bu çalışmaların o seneye yakın bir zaman diliminde başladığı izlenimine kapılmayın sakın. Her ne kadar komplo teorisi diye adlandırılarak üstü örtülmeye çalışılsa da; Nazi Almanya’sında, Rusya’da ve bilmediğimiz daha pek çok ülkede öncü çalışmaların yapıldığı… Bitki, hayvan ve insan genlerinin birbirleriyle karıştırılarak melez türler oluşturulduğu da bir gerçek.

Gül ile kuru fasulye genlerini karıştırarak, malum fiiliyatın akabinde ortalığın gül kokacağını düşünen bizim Temel gibi iyi niyetli olmadıkları da ortada…

 

Şimdi, projenin başarıya ulaştığının açıklandığı 2003 yılında aklıma takılan ve bugünde hala zihnimi meşgul eden o soruya geçelim isterseniz.

Hz. İbrahim’in naaşı bu araştırmacıların eline geçse ne olur?

El cevap: Genetik dizilimini araştırarak, ateşin yakamayacağı bir deri üretmeye çalışmak olur.

Hz. İsmail’in naaşı ellerine geçerse, bıçağın kesemediği…

Peki, Hz İsa’nın, Allah’ın izni ile dirilttiği bedenler ellerine geçerse?

 

Soruları arttırmak mümkün... Olası cevapların, sürüklenmemize sebep olacağı endişe ile birlikte elbette.

Yıllardır çevirmiş oldukları filmlerde, dizilerde kimi zaman uzaydan gelen, kimi zaman mutasyonlar neticesinde olağanüstü güçler kazanan insanları gözümüze sokmaları hedeflerinin ve dahi insanlığı hazırlamanın çalışmalarıydı tabi ki… Bir gün başaracaklarının eminliğiyle…

 

Bu projeleri, filmleri, araştırmaları yapanlarının çoğunun Yahudi olduğu yahut Yahudiler tarafından finanse edildiği…

Pagan mitlerinden yola çıkarak, Dünya liderliğini tamamen kendi soylarına bağlama gayretinde oldukları…

Yeni Dünya Düzeni, Tek Dünya Devleti Diktatörlüğü, Tek Devlet Düzenini kurmak istediklerini biliyoruz.

Ve tüm bunları başarabilmek için; Sahte Ufo İstilası, Sahte Mehdi, Sahte Mesih ve Deccal’i ortaya çıkararak Kıyamet Savaşı başlatmak istediklerini…

 

Bilmediğimiz, daha doğrusu görmek istemediğimiz bu işte yalnız olmadıkları. Başından beri anlatmaya çalıştığım Paganistlerle işbirliği halinde oldukları.

Yahudilik bir ırk mıdır yoksa din midir, tartışmalarına ne cevap verilirse verilsin, asıl cevap onların kendilerini ne olarak gördüklerinde gizli? Bugün seküler veya ateist Yahudi ibarelerini kullanabiliyorlarsa en azından bir bölümünün meseleye dini açıdan bakmadıkları ortada. Bu açıdan bakıldığında muharref Tevrat’ın da çok umurlarında olduğunu sanmıyorum.

Yahudilerin; Hz. Yakup’a verilen İsrail lakabını “Tanrıyla güreşen ve onu yenen”, diğer bir tabirle “Tanrıyla uğraşan” olarak tanımlamaları da bir sınır çizgilerinin olmadığının ispatı.

Bir kısmının;

Mescidi Aksa’yı yıkarak, Yerine Süleyman Mabedi inşa etmek gibi bir emeli var elbette…

Kayıp Sandığı, Asayı Musa’yı bulmanın…

Fakat kendi içinde bu kadar ayrışmış bir toplumun muharref bir kitabın etrafında birleştikleri… Düşük nüfuslarına bakmadan üç din için de kutsal sayılan bir şehri kendi başlarına ele geçirmeye çalıştıklarına inanmak saflık ötesi.

Pek çok Peygamber’e ev sahipliği yapmış… Pek çok kez vahiy inmiş… İlk kıblemiz… Efendimizin (s.a.v.), miraca çıktığı, tüm Peygamberlere imamlık yaptığı… Gök kapılarının açık olduğu…

 


Evet. Tüm şeytanileri ortak hareket etmeye iten sebep, açık olan “Gök Kapıları”. Ulaşamadıkları için, sahteleriyle göz boyamaya çalıştıkları…

Tanrıyla uğraşabileceğini düşünen… Hâşâ üstün insan yaratma fikri güden… Kendilerine kölelik edeceklerin haricindeki insan nüfusunu yok etmeye… Gök kapılarını ele geçirmeye… Kısaca Tanrıyı oynamaya çalışan sapkın bir zihniyet…

 

Yine bu açıdan bakıldığında; imkânsızlıklar içinde Kudüs’ü savunmaya çalışan Filistin’li din kardeşimizin ve dahi tüm dünyayı karşısına alma bahasına hem beldeye, hem de oradaki Müslümanlara sahip çıkmaya çalışan devletimizin kimlerle çatıştığı ortada. Adına ister Siyonizm deyin… İster Yahudi, Evangelist ve Pagan işbirliği deyin.

Ne derseniz deyin. Ruhtan bihaber, her şeye maddesel gözle bakan, yaratıcıyla uğraşabileceğini zanneden, Peygamber öldürmekten dahi çekinmeyen bu lanetli kavmin helaki yakın. Ve işbirlikçilerinin…

Allah’ın vaadi hak… O güne kadar bize düşen, saflarımızı sıkı tutarak mücadelemizi sürdürmek.

Rab’bim, yar ve yardımcımız olsun.

 

Faruk Yılmazer

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder