Çorali’yi, yazılarımızı
takip eden hemen herkes az çok tanısa da kısa bir hatırlatma geçelim.
Çorali; 12 Eylül
ihtilalı öncesi kendini çeviren gurupların “Sağcı mısın, solcu musun?”
sorularını, “Çorbacıyım.” diye cevaplayan…
İnce mizahı ve kıvrak
zekâsıyla, o karanlık dönemi hasarsız atlatan…
Bu sebeple, Ali olan
ismi; önce Çorbacı Ali’ye, sonra Çorba Ali’ye, en son Çoraliye evirilen,
hikâyesi bol bir garip âdem.
Hikâyelerimizde
karşılaştığınız kimi karakterlerin bazen ta kendisi, bazen de o karakteri bize
resmeden kişi…
Bu yazımızda, onun başından
geçen hadiselerden bahsedeceğiz biraz.
Önce kendi namıma, ibret
almak adına…
Emekliliğinin ilk
demlerinde, ömrünü çürüttüğü İstanbul’dan, baba memleketine geri dönüş yapma
kararı alır Çorali. Kararını da uygular. Tası tarağı toplar. Batı Karadeniz’in,
şirin bir sahil kasabası olan memleketine doğru hanımıyla birlikte yola çıkar.
(Merak etmeyin, yoldaki maceralarını anlatmayacağım. Yoksa bu sayının tüm
sayfalarını, Çorali’ye ayırması gerekir Mustafa Aydın hocamın.)
Neyse. Dağ köyündeki
atadan kalma ahşap ev, yılların yükünü taşıyamayıp çoktan göçtüğü için,
kasabadan tuttuğu bir eve yerleşir. Lakin yıllardır özlemini çektiği toprağıyla
bütünleşmektir onun amacı. Bu sebeple, her Allah’ın günü köye çıkar ve göçen
evin kıyısında küçük bir bahçe yapar kendine… Eğleneceği kadar... İnce, kuru
dallarla çevrelenmiş… Domates, biber ve fasulye ile fidelenmiş…
Yine bir sabah
hanımıyla birlikte yola çıkar, bahçesini sulama niyetiyle. Köye vardığında,
tarumar edilmiş bulur bahçesini. Çit, yere serilmiş, yetiştirdiği ürünler
paramparça edilmiştir.
- Bunu, bize kim yapar
bey, der hanımı?
Çorali bahçeyi inceler.
Bir kısmı ısırılmış, armut şeklindeki süs biberlerini görür. Anlar ki, bahçeye
ayı girmiş… Aşırı acı süs biberlerini armut niyetine yemiş… Ağzı yanınca da sinirlenip,
bahçeyi tarumar etmiş.
- Bahçeye ayı girmiş, diye cevaplar hanımını.
- Nereden anladın?
- Davet edilmeden
gelmek… İkram edilmeden yemek… Umduğunu bulamayınca ortalığı tarumar etmek
ancak bir ayıya yakışır da, oradan.
Olayın ardından, tekrar
tası tarağı toplar ve İstanbul’a geri döner Çorali.
İş hayatı da çok renkli
geçmiş Çorali’nin. Haksızlığa tahammülü olmadığından dolayı, girdiği hiçbir
işte uzun süre tutunamamış.
Tahtakale’de, bir
toptancıda çalışmış yıllar önce. Üçüncü zam dönemi geçmesine ve işlerin gayet
iyi gitmesine rağmen, hakları olan zammı vermeyen patronlarına iş arkadaşlarıyla
birlikte oldukça içerlemiş. Sorduklarında; yeterince kazanamadıkları cevabını veriyor,
idareli olmalarını öğütlüyormuş işyeri sahibi.
Patronun, Almanya
üzerinden yedinci kez Hac’ca gideceğini duymaları bardağı taşıran son damla
olmuş.
Perakende mağazası açan
ve laf taşıdığını iyi bildiği yeğeni alışveriş için geldiğinde;
- Sen bu sene Hac’ca
gitmiyor musun, diye sormuş Çorali, patronun yeğenine?
- Maalesef. Mali
durumum henüz müsait değil, demiş yeğen.
- Çok ayıp ettin, demiş
Çorali.
- Neden? Ne oldu ki?
- Üç dönem zam almadık,
bak kaçıncı kez Hac’ca yolluyoruz dayını. Söyleseydin. Bir iki dönem daha
almaz, senide yollardık.
Bu muhabbetin ardından,
ay sonu herkes zam almış… Kul hakkıyla Hac’ca gitmenin, kişiye fayda
sağlamayacağını ince bir dokunuşla anlatan Çorali, yol…
Bir toptancı macerası
daha var ki, tam ibretlik;
Her Cuma, Cuma Namazına
on beş dakika kala mağazaya gelen… On dakika da, apar topar siparişini
yazdırdıktan sonra Cuma’ya giden… Namaz biter bitmez, malını alıp hemen gitmek
isteyen bir müşteriye takılmış Çorali’nin kafası.
O kısıtlı vakitte,
müşterinin siparişlerini hazırlayamadan gitmiş bir hafta Çorali Cuma Namazına.
Hazırlamaya yeltenmemiş de aslında. Döndüğünde Müşteriyi kapıda bulmuş;
- Yazdıralı bir saat
oldu. Benim ürünlerim neden hazır değil, diye sesini yükseltirken.
- Af edersiniz, demiş.
Siparişinizi bir saat önce verdiğinizi söylüyorsunuz. Söyler misiniz? Bir
saattir neredeydiniz? Neden daha önce gelmediniz?
- Nerede olacağım?
Elbette Cuma Namazına gittim.
- Neden?
Ters ters bakmış
müşteri.
- Bu yaşa gelmişsin,
demiş. Cuma Namazının farz olduğunu öğrenemedin mi?
- Hayır. Ben Cuma
Namazının farz olduğunu gayet iyi biliyorum da… Sana farz olanın, bana da farz
olduğunu, bu yaşına kadar sen nasıl öğrenememişsin. Onu anlamaya çalışıyorum.
Nevi şahsına münhasır
bir adam, şu bizim Çorali.
Faruk
Yılmazer
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder