Muhatabının talebine sesi titreyerek cevap verdi ihtiyar adam;
- Ama biz evladımıza yeni kavuştuk!
- Kaygılanmanızı anlıyorum efendim. Fakat müsterih olun. Devletimiz merhametlidir. Hiçbir vatandaşından, kendini tehlikeye atacak bir faaliyette bulunmasını istemez.
- Lütfen! Bizden bunu istemeyin.
Çok güçlü olmasa da, kararlı ve kendinden emin bir tonda çağlayan kadın çığlığı konuşmayı böldü.
- Kes sesini!
İhtiyar adamın eşi, kocasına karşı belki de ilk defa bu tonda konuşuyordu;
- Senin evladınsa, benimde evladım. Dokuz ay karnımda ben taşıdım. Ben emzirdim. Geceleri ağladığında ben uyandım, sakinleştirdim. Meyil verdiğin insanlar onu dağa kaçırdığında, kokusunu yeniden duyabilmek için; ortak acıyı paylaştığım annelerle birlikte, oturma eylemine aylarca ben katıldım. Evladımı, devletim sağ salim getirdi bana. Şimdi devletimin bana işi düşmüş… Vallahi bağrıma taş basar, “Başım, gözüm üstüne der... Başkada bir şey demem.”
* * *
Ortalama bir hızla seyreden otomobilin siyah gözlüklü şoförü, sağında oturan genç adam heyecanını yenebilsin diye onunla iletişim kurmaya çalıştı;
- Sana, nasıl hitap ediyorlardı?
- Kod adımı mı soruyorsun?
- Evet.
- Karınca.
- Karınca! Neden? Çok mu çalışkandın?
- Hayır. Çok zayıf ve ufak tefek olduğum için. Aşağılama amaçlı.
- Anlıyorum.
Kısa süreli bir sessizliğin ardından;
- Senden tam olarak ne istediğimizi anladın değil mi Cemal?
- Evet efendim. Sürekli çevreyi gözlemleyeceğim ve tanıdık bir sima görürsem size haber vereceğim.
- Ve…
- Ve araçtan çıkmayacak… Tanınmamı sağlayacak… Kendimi tehlikeye atacak hiçbir girişimde bulunmayacağım.
- Bu konuda anlaştığımıza sevindim. Şimdi bir konuda daha anlaşalım.
- Hangi konuda efendim?
- Bana “Efendim” diye hitap etmene gerek yok. Senin amirin değilim. Beni bir arkadaş olarak görürsen sevinirim.
- Peki efendim… Şey… Peki, Mehmet Ağabey…
Yol altlarından kayıp giderken, örgütün elinden kurtulduğu günle ilgili hatıralar canlandı Cemal’in gözlerinde.
İhanetinden şüphelenilen kişileri infaz etmesiyle ve gaddarlığıyla tanınan Ağustos Böceği kod adlı teröristle göreve çıkacağı söylendiğinde, bunun kaçabilmesi için bir fırsat olduğunu düşünmüştü Cemal. Örgüt aleyhinde vaaz verdiği gerekçesiyle birkaç gün önce kaçırılarak bulundukları ortama getirilen ve işkence edilen Abdullah Hoca isimli piri faninin de onlarla geleceğini öğrendiğinde bunun bir görev değil, infaz olduğunu anlamıştı. Neticede ortama uyum sağlayamamış, olmasını istedikleri kişi olmayacağının defalarca sinyalini vermişti.
Ağustos Böceği, yola çıkmalarından bir süre sonra vaktin tamam olduğuna kanaat getirmiş olmalıydı ki, an itibariyle bulundukları konumda bir süre dinlenmeleri gerektiğini söylemişti. Elleri önden bağlı olan Abdullah Hoca bir taşın üzerine oturup soluklanırken, horlarken çıkardığı tiz sesler sebebiyle Ağustos Böceği lakabını alan teröristle iletişim kurmaya çalışmıştı.
- Hiç mi Allah korkun yok senin?
- Ne diyorsun ihtiyar?
- Benim, diyorum. Bir ayağım çukurda zaten. Ne istiyorsan yap. Ama şu gencecik çocuğa hiç mi acımıyorsun? Bırak gitsin.
Kaşlarını çattı;
- Onun gibi bir sürü çocuk var. Ha bir eksik, ha bir fazla… Ne fark edecek?
Cevap vermesi, iletişim kurabileceğinin açık deliliydi.
“Adamın biri…” diye anlatmaya başladı Abdullah Hoca;
- Adamın biri, güneşin doğuşunun keyfini çıkarmak için okyanus sahiline inmiş. Orada başka bir adamın, sahile vuran denizyıldızlarını okyanusa geri attığını görmüş. Bunu neden yaptığını sorduğunda, “Birazdan güneş yükselecek ve sular çekilecek. Bu denizyıldızlarının hepsi susuzluktan ölecek.”cevabını almış. Adam,”Sahil kilometreler uzunluğunda ve binlerce denizyıldızı var? Hangi birini atacaksın? Ne fark edecek ki?” deyince elindeki denizyıldızını okyanusa atan adam “Bak, demiş. Onun için fark etti.”
- Yani?
- Yani ailesinden koparılmış şu zavallı çocuk için bir fark oluşturabilirsin. Düşün! Yıllar önce senin için fark oluşturabilecek biri çıksaydı karşına, muhtemelen çok farklı bir yerde olacaktın sen de…
Ayağa kalkarak tüfeğini ihtiyara doğrultan Ağustos Böceği’nin titremesinden aşırı sinirlendiği belli oluyordu. Ağzından köpükler saçarak konuşmaya başladı.
- On yedi yıl oldu. Tam on yedi yıl. Kimse beni kurtarmak için bir şey yapmadı. Ben neden yapacakmışım?
Sözlerinin ardından tüfeğini Cemal’e doğrultmuştu. Neden sonra sakinleşerek tüfeğini indirmiş;
- Koş, demişti. Arkana bakmadan koş. Yolu takip et. Jandarmayı görünceye kadar koş.
Gaddarlığıyla tanınan Ağustos Böceği’nin merhamete gelmesinin sebebini anlayamamıştı Cemal. Büyük ihtimalle onu, gözlerinin içine bakarak vurmak istememiş… Kaçmaya başladığında sırtından vurmayı düşünmüştü. “Ne olursa olsun.” Deyip koşmaya başlamış… Askerleri görene kadar durmamış… Korktuğu başına gelmemişti. Kim bilir? Belki Ağustos Böceği kod adlı terörist, kendine yapılmayan güzelliği yaparak, bir nevi intikam almıştı geçmişten. Belki de Abdullah Hoca’nın okuduğu dualar vesile olmuştu korunmasına, başına geleceklerden.
Yapmış oldukları terörist eylemlerle binlerce insanımızı şehit eden terörist örgüt tarafından dağa kaçırıldığında henüz on yedi yaşında bir delikanlıydı Cemal. Bir seneden az daha uzun bir zaman dilimi önce gerçekleşen bu olay, diğer benzer olaylarda olduğu gibi beyni yıkanarak eğitilen gençlerin terör faaliyetlerinde kullanılabilmesi amacı güdüyordu. Fakat istedikleri kişi olmayacağının defalarca sinyalini vermiş, bu sebeple gözden çıkarılmıştı. O gün, benzer durumda olan gençlere ibret olması niyetiyle gerçekten ölüme gönderilmiş… Lakin “İnsanı ölümden eceli korur.” sözü üzere, sağ salim evine dönebilmişti.
Evlatları, asker tarafından kendilerine teslim edilen aile gözyaşlarına boğulmuş, bir daha böyle bir olay yaşamamak için memleketlerinden ayrılarak İstanbul’a yerleşmişlerdi. Olayın üzerinden çok fazla bir zaman geçmeden memleketin pek çok köşesinde ki ormanlarımız yanmaya başlamıştı.
Yangınlardaki imzanın terör örgütüne ait olduğunu gören devlet, bir yandan söndürme faaliyetleriyle meşgul olurken diğer yandan çakmağı çakan elleri kökünden kırmak için hamlelere başlamıştı. Cemal’in kaçırılmış olduğu bölgede hareketlilik olduğunu, oradan bir gurubun Karadeniz’e doğru yola çıktığı istihbaratını alınca; hain eylemlerini gerçekleştirmeden önce gurubu durdurabilmek için harekete geçmişti. Hızlı hareket edilebilmesi için teröristleri anında tespit edebilecek birine ihtiyaçları vardı ve pek çoğunun yüzünü tanıyan Cemal, bu iş için biçilmiş kaftandı.
Komiser Mehmet ve Cemal şehir merkezine henüz giriş yapmıştı ki, yüzölçümünün yüzde yetmişten fazlası orman olan Karabük’te orman yangınının başladığı haberlere düştü. Geç kalmışlardı.
Aracını, yangının başladığı alana doğru sürdü Komiser Mehmet. Az sonra yangın mahalline varmışlardı. Araçtan inerek toplanmaya başlayan kalabalığa doğru ilerlerken Cemal’in de arkasından geldiğini gördü.
- Araçtan inmemen konusunda anlaştığımızı sanıyordum.
- Unuttun mu Mehmet Ağabey? Bana, karınca diyorlar. Karınca dediğin, ateşe su taşır.
Kalabalığın arasına karıştıklarında ihtiyar bir köylünün söylenmesini işittiler.
- Neymiş efendim? Ormanların en büyük düşmanı balta ve ateşten sonra keçilermiş… Eğer keçilerin ormana girmesi engellenmese patika yollar oluşur, bir de bu sıklığı aşmak için uğraşmazdık.
“Kim bilir? Belki de haklıdır.” diye düşündü Mehmet. Bir anlığına gözden kaybettiği Cemal’in yerini, kalabalığı tarayarak yeniden tespit ettiğinde, onun bakışlarının bir bölgeye odaklandığını fark etti. Yanına vardığında;
- Bu o, dedi Cemal. Ağustos Böceği…
Komiser Mehmet, “Arabaya dön.” diye bağırmasının ardından koşmaya başladı. Tespit edildiğini anlayan Ağustos Böceği kalabalığın arasından sıyrılarak ağaçların arasına daldı. Cep telefonuyla yardım istemesinin ardından sık ağaçların arasına dalan Mehmet, Ağustos Böceğini bulamayacağını anladığında geri dönmeye karar verdi. Zira patlamaya başlayan çam kozalakları, ateşi, bulunduğu bölgeye doğru fırlatmaya başlamıştı.
Geri adım attığı esnada başına aldığı bir darbe, yere yuvarlanmasına sebep oldu. Hata yapmıştı. Anlaştıkları gibi ekip arkadaşlarının gelmesini beklemeliydi. Kısa süreli bir baygınlığın ardından kendine geldiğinde üzerine doğru silah doğrultan iki farklı kişiyi gördü.
- Bağlayıp bırakalım. Yangın icabına baksın, dedi biri.
- Hayır. Hemen gebertelim, dedi diğeri.
Silahını ateşlemek için hazırlandığında, tek kelimeden oluşan bir feryat işitildi.
“Hayır”
Arabaya dönmek yerine, Komiser Mehmet’i takip eden Cemal’den başkası değildi feryadın sahibi.
- Bak sen! Dedi, adamlardan biri. Karınca da buradaymış. Biz seni öldü sanıyorduk. Demek, Ağustos Böceği bize ihanet etti.
Sonra silahını Cemal’e doğrulttu.
- Biz sana karınca diyorduk ama sen çekirge çıktın. Bir kere sıçradın. Bakalım bu kez nasıl kurtulacaksın?
An itibariyle çökmeye başlayan karanlığı bir kurşun sesi yardı geçti. Komiser Mehmet telaşla doğrulmaya çalışırken Cemal’e baktı. Onun, dimdik ayakta durduğunu gördüğünde nispeten rahatladı. Peki, kime ateş edilmişti? Dahası kim ateş etmişti?
Teröristlerden biri yere yuvarlanırken, diğeri silahını doğrultmaya çalıştı. Duyulan ikinci silah sesinin ardından o da yere yuvarlandı. Komiser Mehmet ve Cemal neler olup bittiğini anlamaya çalışırken, Ağustos Böceği ağaçların arasından ortaya çıktı. Silahına davranıp davranmamak konusunda kararsız kalan Komiser Mehmet, “Sakin ol.” anlamına gelen bir işaret yaptı elleriyle.
Üçüncü kurşun sesi duyulduğunda kafalar bir kere daha karıştı. Ağustos Böceği olduğu yere yığıldığında arkasında başka birinin olduğunu fark ettiler. Mide bulandıran sırıtışının ardından adam, yabancı olduğunu belli eden bozuk bir aksanla konuşmaya başladı;
- Ah La Fontaine!
İğrenç sırıtmasına devam ederek konuşmasını sürdürdü;
- Her masala inanmamak lazım… Ağustos böcekleri, toprak altında on yedi seneye kadar yaşayabilirler. Ne zamanki gün yüzüne çıkarlar, Ağustos sonrasını göremeden ölürler. Yani onun karıncayla olan hikâyesi tamamen yalan…
Silahını Mehmet’e doğrulttu ve yerde hareketsiz yatan Ağustos Böceği’nin üzerinden atlayarak ilerlemeye başladı. En büyük hatası da bu oldu. Henüz ölmemiş olan Ağustos Böceği’nin silahından çıkan ve geceyi yaralayan son kurşun sesinin ardından o da yere yığıldı.
Hayatını neden ikinci kez kurtardığını anlayamadığı Ağustos Böceği’nin yanına ilerledi Cemal. Abdullah Hoca’nın akıbetini merak ediyordu. Can çekişen Ağustos Böceği, Cemal’in soracağı soruyu biliyor gibiydi. Daha o sormadan;
- Yaşıyor, diye mırıldandı.
Can vermeden önce dudaklarından dökülen son cümleyse, Cemal’in sormak istediği ikinci sorunun cevabı, bir zorbanın merhamet hislerini harekete geçiren sebepti.
- Benim ilk lakabımda Karınca’ydı.
Rahmet yağmurları bedenlerine değmeye başladığında, ikisinin birden “Çok şükür” cümlesi döküldü dudaklarından. Bu garip Ağustos Böceği ve Karınca hikâyesinde sayamadıkları kim bilir kaçıncı ilahi yardımdı bu.
Eşrefi mahlûkat olan insana… Yaratanın dilsiz kulları olan hayvanlara… Yaşam kaynağı olan bitkilere, hain emellerle zarar veren… Yakan… Yaktıran… Koruyan ve kollayanları bekleyen ilahi cezanın ispatı niteliğinde...
Faruk Yılmazer
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder