“Az kullanılmış…”
ifadesini, ikinci el oto satın alacağımız zaman severiz yalnız… Genelde...
Cümlenin içinde “Bayandan” kelimesi yer almışsa bir de, tadından yenmez...
Uygun fiyata, neredeyse yenisine eşdeğer bir araç alacağımızın göstergesidir bu
ifade, malum.
Araçlara bu imtiyazı
kim, ne zaman vermiştir bilinmez lakin sair zamanlarda, harici ürünleri “Âlemin
eskisi…” olarak yaftalar, sıcak bakmaz, kendimize yakıştıramayız. Nurdan yoksun
kalan pazarlara sebep…
Sadece eşyaya has bir
durum değildir üstelik bu tavrımız. Genetiğimiz gereğimidir bilinmez;
büyüklerimizin, yaşanmışlık sonucu yaptığı tavsiyelere ikinci el muamelesi
çeker, tecrübe paylaşımlarını dikkate almayız. Ez azından, damdan düşmemiş
olanlarımız. Tavsiye eşittir, ikinci el tecrübe…
Damdan düşmüş olanlar
mı? Onların hali; denize düştüğünde, sarılırken yılanı bile boğanlardan
hallice…
Eşinin de rızasını
alarak, babadan kalma kıymetli arazisini satan Mevhibe Hanım’ın; parayı
paylaştırmak için memlekete çağırdığı iki oğlunu, İstanbul’a geri yolcu ederken
ettiği dua, tavsiye niteliği taşıyordu aynı zamanda. Üstelik bayandan…
“Allah, sizi aklı
başında insanlarla karşılaştırsın.”
Bir emekli maaşı, bir
bahçe, birkaç tavuk ziyadesiyle yetiyordu zaten iki ihtiyara. Bu saatten sonra,
evlatlarının iyi durumda olduğunu bilmekten başka ne, daha mutlu edebilirdi ki
onları? Muhtemel miras kavgasını başlamadan bitirmek de, ileri görüşlülüğün
nirvanası.
Büyük kardeş
Mustafa’nın kullandığı otomobil köy yolundan uzaklaştığında, yan koltukta
oturan küçük kardeş Bilal;
- İyice yaşlandılar.
- Maalesef, diye
cevapladı onu Mustafa.
“Yaşlandılar ama hala
bizi düşünüyorlar.” diye devam etmek istese de, etmedi.
Muhabbet mevzuu açmaya
çalışan kardeşinin sözü nereye getireceğini merak ediyordu açıkçası. Ses
tonundan, kurduğu cümlenin arkasının geleceğini bilecek tecrübeyle.
- Babam, idare
edebiliyor ama annem…
- Ne olmuş anneme?
- Duymadın mı?
Edebileceği onca dua varken, “Allah, sizi aklı başında insanlarla karşılaştırsın.”
dedi.
- Ne güzel işte!
- Güzel tabi. Yalnız
aklı başında iki insan olarak, aklı başında olmayan insanlarla ne işimiz
olabilir ki zaten? Biraz boş geldi bana…
- Ne amaçla söylediğini
bilemiyorum. Ama sen yine de eskilerin tecrübelerini yabana atma. Bugün
anlayamadığımız bir hikmet gizlidir belki de, anamın duasında.
- Her neyse. Parayı
nasıl değerlendirmeyi düşünüyorsun?
- Üç beş birikmişim
var. Onları da katıp bir daire almayı düşünüyorum.
- Ölü yatırım.
- Sen ne yapacaksın?
- Bende yatırım
yapacağım elbette.
- Neye? Altın, döviz,
borsa…
- Aklımda birkaç proje
var ama henüz net bir karar vermedim. Araştırıp, en çok kazandıran neyse ona
yatırım yapacağım inşallah.
- Hayırlısı…
* * *
Kıraathanenin en kuytu
köşesine çekilmiş çayını yudumlarken, masanın üzerine serdiği gazetelerin
ekonomi sayfalarını inceliyordu Bilal. Omzuna dokunan bir el irkilmesine sebep
oldu. Elin sahibinin kim olduğunu görmek için başını kaldırdığında, çocukluk
arkadaşı Sinan’la göz göze geldi.
- Sen buralara gelir
miydin Bilal kardeş?
- Neden
gelmeyecekmişim?
- Ne bileyim? Senin
için “Parayı buldu, artık buralara uğramaz.” diyorlardı.
- Bırak dalga geçmeyi
de, otur şuraya.
Başını bu kez ocak
yönüne çevirdi;
- Bir çay daha getirir
misin Hasan Dayı?
İki dostun sohbeti;
dönüp dolaşıp, Bilal’ın elindeki parayı nasıl değerlendirmesi gerektiği
konusuna geldi dayandı tabi olarak.
Zira butik otel
işletmeciliğinden, evinin bir odasında ipek böceği yetiştiriciliğine… Simit
sarayından, evcil hayvan bakıcılığına kadar pek çok sözde muhteşem fikri, zor
yanlarının çokluğunu görerek elemişti bile. Klasik yatırım araçlarından altın
ve dövizin piyasa fiyatları, yatırım yapılamayacak kadar yüksek… Borsa, an
itibariyle aşırı riskli bir pozisyondaydı. Kahvehane sohbetlerinin, “Sonra
gelsin paralar…” cümlesiyle sonlanan basitliğiyle sonlanmıyordu hiçbir fikir.
“Ben olsaydım…” dedi Sinan.
- Senin durumunda ben
olsaydım, bir tavuk çiftliği kurardım. Düşünsene! Yumurtası ayrı para… Eti ayrı
para…
- Saçmalama. Ne anlarım
ben tavuk yetiştiriciliğinden?
- Öğrenirsin. Herkes
anasının karnında öğrenmiyor ya!
- Oldu. Memuriyetimi
yakayım. İşler yürümezse ortada kalayım.
- Ne yapacaksın o
zaman?
- Bilmiyorum.
Ağabeyimin yaptığı gibi, emlağa yatırım yapmak en iyisi olacak galiba.
Genç bir adam
tarafından kıraathanenin kapısına kadar getirilen ihtiyara gözleri takıldığında
sohbetleri bölündü. Genç adam, Hasan Dayı’ya bir işaret çakmış… Onun, kafasını
sallayarak “Tamam” manasına gelen ifadesini gördükten sonra uzaklaşmıştı. Hasan
Dayı, ihtiyarı karşılamak için kapıya kadar gitmiş, yürümekte zorlanan adamın
yürümesine yardımcı olarak Bilal’la Sinan’ın yan masasına oturtmuştu. Önceden
biliyor olsa gerek, birkaç dakika sonra nasıl içtiğini bile sormadan kahvesini
önüne getirmişti. Tekrar uzaklaşmasına fırsat vermeden koluna giren Bilal;
- Hasan Dayı. Bey amca
kim?
- O mu? Doğru. Siz
küçüktünüz, hatırlamazsınız. Mahallemizin eski sakinlerinden Remzi Bey... Büyük
işadamı. Uzun zaman önce buradan taşındı. Böyle arada sırada ziyaretimize
gelir.
Hasan Dayı, gelen
siparişleri karşılamak üzere yanlarından ayrıldığında, Sinan;
- Hadi yine iyisin.
Kısmet ayağına geldi.
- Nasıl yani?
- Adam büyük işadamı...
Neye yatırım yapılacağını ondan iyi kim bilebilir?
Halden anlayacak olanı
bulmuş olabileceği heyecanıyla gözleri parladı Bilal’ın. Tavsiye denilen
olgunun, ikinci el tecrübe olduğunu
belki ilk defa göz ardı etti;
- Haklı olabilirsin.
Az sonra, “Yalnız
oturma Bey amca.” Diyerek, Remzi Bey’i masalarına davet etti bizim ikili. Hal
hatır sorma faslı ile başlayan… Mahallenin eskilerini ve eski dönemlerini yâd
ederek devam eden muhabbet kısa zamanda demini almış; eski dostların, yıllar
sonra buluşmasına benzeyen bir hal almıştı. Ve bunu; Remzi Bey’in sıcak,
samimi, insanı etkileyen konuşma tarzı sağlamıştı.
Mahallenin eski
dönemlerini anlattı ihtiyar adam. Servetini nasıl kazandığını… Küçük bir
işletmeyi, nasıl devasa bir şirket haline getirdiğini… Tatlı tatlı…
Mahalle sakinlerinin, durumunu
bildikleri için yaptıklarına tepki göstermediği Hasan Dayı’nın zekâ özürlü
yeğeni, elinde bir tabloyla girdiği mekânın duvarlarından birine çivi çakmaya
başlayana kadar sürdü bu durum. Sonrasında, çiviyi ters tutan gencin çekiç
darbeleri böldü sohbeti. Nihayet, Remzi Bey’i kıraathaneye bırakan, sonradan
oğlu olduğunu öğrendikleri genç adam babasını almak için geri geldi. Henüz
alamadıkları cevabı, kalkmak için toparlanırken verdi ihtiyar adam;
- Size bir sır vereyim
mi gençler?
- Buyur Bey baba.
- Ben işleri çocuklara devrettim. Onlar da, beni pek dinlemiyor. Eğer aktif olarak ticarete devam ediyor olsaydım, bütün servetimi kripto paraya yatırır, kısa sürede beşe, ona katlardım.
“İşte bu!” diye
aklından geçirdi Bilal. Almış olduğu bu tüyonun ardından kafasının içindeki
sisler dağılmış; hafta başı gelir gelmez bütün parasını kripto paraya yatırma
kararını anında vermişti bile.
Remzi Bey kapıya doğru
ilerlerken, masadaki boşları almaya gelen Hasan Dayı birazda sesini kısarak;
- Çok iyi, çok başarılı
bir adamdı Remzi Bey, dedi. Yalnız kim aklına girdiyse “Saadet zinciri kurduk.”
diyen şebekeye büyük para kaptırdı yıllar önce. Sonraları, “Çiftlik Bank”
olayında da büyük paralar kaybettiğini ve aklının gidip geldiğini söyleyenler
var. Neyse ki, bu olaylardan sonra artık yetişkin olan çocukları işleri ele
aldı da, tamamen batmaktan kurtuldu.
Başının üzerinden bir
kova soğuk su dökülmüş gibi şoka giren Bilal’ın gözleri, kıraathaneden çıkmadan
önce duvara tersinden çivi çakmaya çalışan zekâ özürlü gencin yanında
duraksayan Remzi Bey’e takıldı.
- Boşuna uğraşma
evladım, dedi Remzi Bey. Görmüyor musun? O çivi, karşı duvarın çivisi.
Bir hafta sonra yine
aynı mekândaydı Bilal. Önünde yine gazeteler vardı lakin bu defa ekonomi
sayfalarını değil manşetten verilen haberi okuyordu.
“Kripto para borsası
kurucucu, yaklaşık iki milyar dolar para ile yurt dışına kaçtı.”
- Affet annem, diye
mırıldandı.
Sonra ellerini semaya
açarak sesinin tonunu yükseltti.
- Allah’ım, sen bizi
her daim aklı başında insanlarla karşılaştır.
Faruk Yılmazer
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder