“Elhamdülillah…”
Devasa bir dalga… Direnci kırılmak üzere olan bir dalgakıran… Tazyik… Uğultu…
Doğru kelimeleri bulup anlatabilecek olsa; tam olarak bu şekilde tarif edecekti yaşadığı hissi.
Bir kere daha denedi;
“Elhamdülillah.”
Kan çanağına dönen gözlerinden iki damla yaş süzüldü. Tekbir getirirken bir sorun yaşamamıştı oysa. Allah’ın hakkı üçtü… Tekrar denedi.
“Elhamdülillah.”
Olmadı. Yıllar yılı tonlarca yükün altına girerken, bir kere bile itiraz etmeyen… An itibariyle bedenini taşımaktan dahi aciz, seccadenin üzerine uzattığı bacaklarına doğru hafifçe eğilirken, en azından şükrünü yapabildiğine kalben şükretti, âlemlerin Rabbine.
* * *
Sedyeyle içine sürüklendiği ameliyathanenin serin ortamı, içinin titremesine sebep oldu. Kendi aralarında sohbet eden personelin konuşmalarına odaklanmak yerine, hatırlayabildiği son ana geri dönüş yaptı. Birkaç dakika öncesi miydi? Birkaç saat… Gün… Hafta… Zaman kavramını yitirdiği için farkında değildi.
“Babanızın beyninde bir kitle var.” Diyordu, orta yaşlı doktor, evlatlarına. “Kanama yapmış ve ödem oluşmuş. Ödem, beynine baskı yaptığı için konuşmakta, yürümekte ve bir takım fiziksel aktivitelerini yerine getirmekte zorlanıyor. Cerrahi tedavi şart…”
Konuşabiliyor olsa; hastane acilinin sedyesinde kulak misafiri olduğu bu cümlelere “Ne zaman?” diye mukabele edecekti muhtemelen… “Ne zaman olmuş bu? Hissettirmeden.” Fakat düşünürken sorun çıkarmayan kelimeleri, cümle olarak dökülmesi için diline gönderdiğinde, yolda arıza çıkıyor… “Ne” diyebilse. “Zaman”ı yakıştıramıyordu yanına. Düşünebiliyor, anlayabiliyor lakin anlatamıyordu kendini.
Belki de… Diye geçti aklından. Belki de, bir noktalık farkın nelere sebep olabileceğine şahit olduğu sel felaketinde yaşadığı stres, sıkıntı, heyecan sebep olmuştu tüm bunlara. Rahmet ile zahmeti birbirinden ayıran o tek nokta…
Oysa kızmıştı; azıcık yağmur yağıyor diye göz muayenesi için zar zor alabildikleri randevuyu iptal ettiren eşine. Yağmur şiddetini artırdığında ne kadar haklı olduğunu anlamıştı ihtiyar kadıncağızın.
Abana sahili ile yol denizle birleşmiş görüntüsü verdiğinde ve oturdukları bina ile ormanı ayıran duvar yıkılarak, bina girişini balçık bastığında… En son yan komşularından, komşu ilçe Bozkurt’un tamamen mahvolduğunu işittiğinde bir kere daha hak vermişti. İçinin tekrar titrediğini hissetti.
Ve bu seferki titreme ameliyathanenin soğuk ortamından değildi sanki… En son gözlerini açık tutmakta zorlandığını hissetti.
İpleri arşa doğru uzanan, dünya ile berzah âleminin arasına kurulan bir salıncaktaydı artık. Sallandıkça, birinden diğerine geçiş yaptığı…
* * *
Yoğun bakım ünitesinde uyandığında ameliyatını gerçekleştiren doktorun gülümseyen yüzüyle karşılaştı. Adını soran doktora zorlanmadan cevap verdi. Yine yaşını… Kaç çocuğu olduğunu… Emekli olmadan önce yaptığı işi…
Yapması istenen el, kol hareketlerini istenildiği gibi yapabildi.
Sonraları; “Kafamın içinden sanki bir kova su boşalmış gibi hissettim.” diye, eşine anlattığı ameliyatının başarılı geçtiğini söyledi güler yüzlü doktor. Kitlenin tamamını temizledik Allah’ın izniyle.
Dalga sesleri, tazyik, uğultu… Hepsi gitmişti gerçektende. Fakat onun merak ettiği bambaşka bir şeydi. Henüz diline dökmekten çekindiği duasına “Âmin” dedi, her kalp atışı.
Servise alındığında, evlatları tarafından hastane personeline teslim edilen ve hastabakıcılar tarafından odaya çıkarılan eşyaları valizden çıkarıyordu elli küsur yıllık refakatçisi, çocuklarının anası. Bir kumaşa sarılı olarak valizden çıkan son eşya örtüsünden kurtarıldığında henüz odadan ayrılmamış olan hemşirenin şaşırmasına sebep olmuştu.
Bir tuğla. Kırmızı… Alelade…
Tuğlayı gördüğünde gözleri parlayan ihtiyar adam, onun kendine getirilmesini işaret etti. Yaşlı kadının yanı başındaki sehpanın üzerine bıraktığı tuğlaya ellerini sürerek önce yüzünü mesh etti. Sonra damar yolunun açık kalması için sabitlenen iğneye zarar vermeden kollarını.
Yatağında oturur halde ellerini kulak hizasına götürerek tekbir getirdi.“Allahuekber.”
Hatırlayamadığı için bir süredir okumayı terk ettiği “Sübhaneke” duasını takılmadan okuyabilince kalbine bir ferahlık geldi.
Nihayet Fatiha suresinin;
“Elhamdulillâhi rabbil'alemin.” Şeklinde başlayan ilk ayeti dudaklarından döküldüğünde gözlerinden yaşlar boşaldı.
Yetmiş küsur yıllık değil… Çok daha eski…
Ta Bezm- i Elest’te bir söz verdiği dostuna kavuşmanın verdiği mutluluktu bu seferki gözyaşlarına sebep… Ve yalnızca, o mecliste verdiği sözü tutan kitlenin gerçekten anlayabileceği…
Eşi ile evlatları da şükründeydi sonucun. Mutlu sonla nihayetlenen masallardaki gibi, gökten düşen üç elmadan bir dilim yazılmıştı nasiplerine. Elmanın sahibine şükretmekten daha doğal ne olabilirdi ki?
Faruk Yılmazer
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder