Mahallenin çocukları, kendilerine kızmayacağını bildikleri Nasreddin Hoca’ya şaka yapmak istemişler. Hoca’yı ağaca çıkaracak… Çarıklarını alıp uzaklaşacak… Saklandıkları yerden halini seyredip güleceklermiş.
Hoca’nın geçeceği saatlerde, yolu üzerindeki büyükçe bir ağaca kasıtlı olarak uçurtmalarını taktırmış… O geçerken de;
- Hocam uçurtmamız ağaca takıldı. Biz çıkıp kurtaramadık. Bize yardımcı olur musun, demişler?
- Bir deneyelim bakalım, demesinin ardından çıkardığı çarıklarını beline sarılı kuşağa sıkıştırmış Hoca.
Planları bozulan çocuklar;
- Hocam, ağaçta çarıkları ne yapacaksın?
- Belli olmaz ki çocuklar, demiş Hoca. Size yaptığım bu iyiliğe karşı Rabbim, belki bana ağaçtan öteye bir yol ikram eder.
* * *
Komşu sahil kasabasının tedarikçiliği üzerine kurulu olan ekonomileri, isimlerinin başına “Süper… Hiper…” gibi Türkçe bile olmayan sıfatlar ekleyen marketlerin belde de çoğalması üzerine çökmüş… Orman işçiliği, ufak çaplı tarım, arıcılık, şifalı ot toplamacılığı gibi düşük akçeli işler geçinmeye yeterli gelmediği için, göç mecburi hale gelmiş... Gençlerin çoktan terk ettiği pek çok orman köyünün bağlı olduğu Batı Karadeniz kasabası; son günlerini doğdukları topraklar üzerinde geçirmek isteyen ihtiyarlardan oluşan, hayalet bir kasabaya dönüşmüştü neredeyse.
O, doğduğu kasabaya geri dönene kadar…
* * *
- Kasabanın bir geliri yok Kısmet Bey. İnsanlar neden geri dönsünler ki, dedi Belediye Başkanı?
- Olacak.
- Nasıl?
- Turizmle
- Yapmayın Allah aşkına Kısmet Bey.
Konuşan kaymakamdı bu defa.
- Kendi insanını bile tutamayan bir kasabaya turist neden gelsin? Komşu kasaba gibi denize kıyımız olsa neyse. Kaldı ki, sezon çok kısa olduğu, yağmurlar erken başladığı için onlar bile tam randıman elde edemiyorken…
- Denize ihtiyacımız yok. Göl manzaralı mükemmel bir ormanımız var.
- Yani, dedi Belediye Başkanı.
- Ağaç Ev Oteli kuracağız.
- Ağaç Ev Oteli? Siz ciddi misiniz?
- Elbette…
- Peki, bu ormanlarımıza zarar vermez mi?
- Kesinlikle vermeyecek. Ağaçların üzerine; şekline, yapısına göre, zarar görmeyeceği küçük evler inşa edeceğiz. Şehir hayatından bıkan, bir süre de olsa tabiatla baş başa kalmak isteyenleri cezbeden… Yaz turizmine de, kış turizmine de hitap edecek küçük evler.
- Ya maliyet? Yönetim?
- Malzemeye çok bir para vermeyeceğiz zaten. İşçiliği de, bizzat kendimiz yapacağız. Yönetim için de bir dernek kurarız.
* * *
Merkeze yakın köylerden birinde doğmuştu Kısmet. Ailesi, biri doğum anında, diğeri henüz yaşını doldurmadan vefat eden iki ağabeyinin ardından dünyaya geldiğinde “Kısmet” adını koymayı uygun görmüştü ona. Belki, kısmetli olsun, yaşasın diye… Belki de, “Acaba bu yaşayacak mı? Kısmet!” cümlesinin aşikâr ettiği, merakı ve teslimiyeti harmanlayan bir ruh hali ile…
Kırk küsur yıl önce o beldede doğmuş… İlkokul çağlarında, ailesiyle birlikte İstanbul’a göç etmiş… Yüksek tahsilini yurtdışında, Kaliforniya’da tamamlamıştı. Memlekete geri döndükten kısa bir süre sonra parmakla gösterilen mimarlar arasına girmeyi başarmıştı. İsmi gibi kısmetliydi yani… En azından, tanıyanlar öyle olduğunu düşünüyorlardı. Bir orman köyünde doğup, ünlü bir mimar olmak herkese nasip olmuyordu neticede…
Ta ki; tıp eğitimi devam ederken tanıştığı ve nihayet hayatını birleştirdiği Tuğba Hanımefendiyle olan mutlu evlilikleri çatırdamaya başlayana kadar. Sebebini kimsenin anlayamadığı, tek evlatları olan kızları Seda’nın dahi, harç olamadığı…
O duygusal boşlukta, kırk yedi yaşını geride bıraktığı gün radikal bir karar almış… Doğduğu topraklara geri dönmeye karar vermiş... Kısa sayılabilecek bir zaman zarfında da çevresini şaşkınlığa uğratan bu kararını uygulamaya koymuştu.
Tuğba Hanımefendi, kafasını toplayıp geri döneceği inancını dualarına ekleyerek üzgün ve de kırgın yolcu etmişi eşini.
Yalnızdı yolculuğunda…
Hatırladığı gibi bulamamıştı elbette köyünü. Köyün en yaşlısı Ormancı Sabri de olmasa, tanıdığı hiç kimse yoktu neredeyse. O çok sevdiği, çocukluk zamanlarının Sabri Amcası, kasabanın Hacı Sabri dedesiydi artık. Issızlığın sebebi belliydi, çaresi belirsiz.
Kasabanın tek oteline yerleşmişti. Kendinden başka müşterisi olmayan…
Ata toprağının düştüğü durum üzerine bir süre düşünmüş… Nihayet Hacı Sabri’nin aracılığıyla köy muhtarlarının, belediye başkanının, kaymakamın ve sayıları iki elin parmaklarını geçmeyen esnafın katıldığı bir toplantı düzenlemeye muvaffak olmuş… Durumu kabullenmek yerine, kasabalarını kurtarmak için savaşmaları gerektiğine ikna etmişti hepsini. Bir projesi vardı.
* * *
- Mükemmel bir iş başardık.” dedi, Belediye Başkanı.
Makam odasında, ziyaretine gelen eşraf ile sohbetteydi.
- Tanıtım programı televizyonlarda yayınlandığından beri arkadaşlarımız telefonlara bakmaya yetişemiyor. Daha şimdiden altı ayımız ful dolu. Kasabaya geri dönmek isteyenler olduğuna dair haberler de geliyor.
- Biz değil, o başardı, dedi Hacı Sabri
- Haklısınız Sabri Bey, dedi Kaymakam. Kısmet Bey, mükemmel bir iş başardı. Hem projeyi çizdi, hem bedenen çalıştı. Hakkı ödenmez. Fakat neden burada değil?
- Dün akşam gördüm, hafif rahatsızdı. Ondan gelemedi herhalde.
Belediye Başkanı;
- O bize gelemediyse, biz ona gidelim o zaman. Teşekkür edelim.
Heyet, barınmanın haricinde ofis olarak da kullandığı otele yaklaştığında, şehir merkezinden geldiği belli olan bir ambulansın sirenlerini acı acı çalarak uzaklaştığına şahit oldu. Aracın arkasından nemli gözlerle bakan otel yöneticisiyle Hacı Sabri’nin bakışları birleşti. Başını olumsuz manada sallayan işletmeci;
- Birdenbire fenalaştı. Sağlık görevlileriyle konuşurken duydum, dördüncü evre kanser hastasıymış. Kimseye söylememiş.
Gözyaşları, aksakallarına karışan Hacı Rasim; Kısmet’in, kapısı açık kalan odasına girdi sessizce. Çalışma masasının üzerinde duran eski masal kitabını gördüğünde hıçkıra hıçkıra ağlıyordu artık. Kitabı eline aldı;
- Bu kitabı ona, tam kırk sene önce ben hediye etmiştim.
Arkasından gelen Belediye Başkanının gözleri, kitabın kapağındaki resme takıldı önce. İlk yaptıkları ağaç ev, resimdeki evin birebir kopyasıydı. Sonra kitabın ismini okudu;
“Ağaç Ev”
- Vay canına, dedi. Bir kitabın, bir coğrafyaya bu kadar etki edeceğine, şahidi olmasam asla inanmazdım.
- Belli ki, ağaçtan öteye gidecek yolunu arıyordu, dedi Hacı Sabri. Coğrafyamız gibi… İkramını… Kısmetini…
Sevdiklerinin, hayat ışığının soluşuna şahit olmasını istememişti Kısmet. Sessizce uzaklaşmıştı yanlarından. Kasabasının durumunu gördüğünde, çocukluk zamanlarında sahibi olduğu… Hayatına dokunan ilk edebiyat eserini okuduktan sonra kurduğu hayaller canlanmıştı gözlerinde. Ve tek bir cümle kurmuştu.
“Kendi hayat ışığımız sönmeden, başka hayatlara dokunabilecek miyiz bakalım? Kısmet!”
Faruk Yılmazer
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder