Kanatları açık kartal edasına sahip kurutma askılığına mandallı bir çift çorabı hışımla çekti aldı ihtiyar adam. Bulunduğu odanın neredeyse yarısını kaplayan… Zamanlı romatizma ağrılarını rutine bağlayan askılığı, bir tekme atarak devirmemek için kendini zor tuttu. Çıkaracağı gürültü, öfkesinin yatışmasına yeterli gelmeyeceği gibi…
Bir “Neyse…” ile kesti, düşünmeye bile çekindiği düşüncelerinin önünü. “Haddinden fazla şiddet, gayedeki hikmeti yok eder.” diye mırıldandıktan sonra bir süre duraksadı;
“Ne şiddeti? Ne hikmeti? Neler saçmalıyorsun Mülayim Efendi?” diye söylenmeye başladı;
“Hikmet? Ah Hikmet! Ah! Hep sen açtın bu işleri başıma.”
İçinde kabaran öfke selini, uyanmadan az önce gördüğü rüya tetiklemiş olmalıydı. Kimi zaman, önüne çektiği koltukta kitap okuduğu… Kimi zaman, mahalle eşrafıyla sohbete doyduğu… Rahmetli eşinin çamaşır günlerinde, uzun bir sopa ve ip yardımıyla stant kurduğu eski evinin pencere altı ahşap düzlüğü… Diğer bir tabirle; eski dostları tarafından kendisine takılan lakap… Üçgen standın hipotenüsü, kurulu yaya dönüşmüştü. Okunun hedefinde, bizzat kendinin olduğu…
İşin aslı; seksenli yılların ortalarında, üç arkadaş birlikte izlemeye gittikleri tiyatro oyunundaki bir sahnenin ardından üzerine yapışmıştı lakap…
“ - Aile yuvası müsellestir.
+ Ne müsellesi mukaddestir. Müselles diye üçgene derler.
- Tamam, üçgendir işte. Bir kenarı sen… Bir kenarı eşin… Bir kenarı aşığın…
+ Uzun kenarı ben oluyorum o zaman. Hipotenüs.”
Öyle aşkla, meşkle işi yoktu Mülayim’in. Lakin ismi gibi mülayim bir insan olsa da, bulunduğu ortamın uzun kenarı sayılmak hoşuna giderdi.
Nihayet düşüncelerinden sıyrılarak turuncu üniformasını üzerine geçirdi. Bir dolap içerisindeki kâğıt poşetten çıkardığı nevaleyi ceplerine doldurmasının ardından, yataktan kalktığı gibi sessiz ayrıldı evden.
* * *
Sabah saatlerinde, iki meclis üyesiyle birlikte aylık rutin esnaf ziyaretini gerçekleştirmek, ekmeğinin peşine düşen insanlara “Hayırlı işler” dilemek için tura çıkmıştı ilçe belediye başkanı. Hızlı tramvaya kestirme ulaşım sağlayan tünelin, çıkış tarafındaki henüz süpürülmemiş alanı gördüğünde yüzü asıldı. Bölgenin süpürülmesinden sorumlu olan temizlik elemanının nerede olduğunu anlamak için sağa sola bakındıklarında, tünelin içindeki çömelmiş bir insanı andıran karaltıyı fark ettiler. Sesiz adımlarla yanına yaklaşmalarının ardından meclis üyelerinden biri;
- Efendi, dedi. İşini yapacağına neden burada zaman geçiriyorsun?
Meclis üyesinin aksine, elemana değil yaptığı işe takılmıştı belediye başkanının gözleri. Üniformasının cebinden çıkardığı kuru mamaya ve onu sabırsızlıkla bekleyen üç sokak kedisine… Bir ay önceki turunda da aynı kedilerin, aynı bölgede beklediklerini fark etmiş… Hayırsever biri tarafından beslendiklerini ve onun gelmesini beklediklerini anlamış… O hayırseverin kim olduğunu tespit edememişti.
Konuşmasına devam edecek olan meclis üyesine susmasını işaret ederken o anda ayağa kalkan temizlik elemanıyla göz göze geldi. Ve şaşkınlıkla bezeli iki kelime döküldü dilinden;
- Mülayim Hocam!
* * *
Pek çok erkek başarısını ilk eşine borçluymuş. İkinci eşini de, başarısına… Emekli tarih öğretmeni Mülayim Efendinin başından geçenler tam olarak bu söze uygun değilse de, bir karakteri tanımak için anlatmaya değer bir hikâyeydi.
Alt katını oğlu ile gelinine tahsis ettiği iki katlı müstakil evin, üst katında oturuyordu Mülayim Efendi. Baba mirası… Biraz köhne…
Kızının düğününden kısa bir süre sonra vefat etmişti eşi. Yaklaşık beş sene önce… İki sene önce de oğlu evlenmiş… İşyerine oldukça uzak olmasına rağmen, babasını yalnız bırakmamak için aynı evde oturmayı tercih etmişti genç adam.
Yalnızlıktan, bakımsızlıktan muzdarip değildi. Yan bina komşusu Bakkal Hikmet’in gazına gelmesine… Onun tanıştırdığı, orta yaşlı dul bayan ile dokuz ay önce hayatını birleştirmesine bunlar bahane değildi yani…
İlk ayları sorunsuz geçmişti. Pantolonunu, gömleğini ütülemesi için gelininin eline bakması gerekmiyordu Mülayim Efendinin. Alışverişinin yapılması için, oğlunun işten dönüşünü beklemesi... Günü birlik park turunu, yalnız atması…
İkinci ay; her hafta sonu ziyaretine gelen kızı, artık gelmez olmuştu.
Üçüncü ay; oğlu, işyerinin yakınında bir ev tutmuş ve oraya taşınmıştı.
Dördüncü ay; o eski evden, eski mahalleden kurtulmaları, bir apartman dairesine taşınarak daha konforlu bir hayat sürmeleri gerektiğini söylemişti yeni eşi. Ve daha pek çok talepte bulunmuştu. İlk eşinden olan lise çağındaki oğlunun, o muhitte yetişmesini istemiyordu kadın. Gördüğü her pahalı aracın önünde, kendine aitmiş gibi fotoğraf çektirmekten başka meziyeti olmayan, lüks düşkünü, şımarık oğlunun…
Beşinci ayın ortalarına doğru bir apartman dairesi tutulmuş… Eşyalar, sıfırdan dizilmişti. Hiçbiri değil de, geçmiş zamanda kendi elleriyle kurduğu askılığın halefi olan profil stant ziyadesiyle canını sıkıyordu Mülayim’in. Rüyalarına girecek kadar... Yeni tuttukları dairenin de tıpkı eski evi gibi çamaşır kurutacak bir balkonu yoktu. Görüntü kirliliği oluşturacağı gerekçesiyle, eski usul stant kurmasına da izin verilmiyordu.
“Şimdilik bununla idare edelim.” demişti eşi. “İlk fırsatta elektrikli kurutma makinelerinden alırız.”
Elinde olanla yetinmesini bilen eski eşini özlemle anıyordu artık Mülayim.
Yeni eş… Yeni ev… Yeni eşyalar…
Bunca masrafın, mütevazı bir emekli maaşıyla karşılanmasının imkânı yoktu elbette. Çözümü, yine Bakkal Hikmet bulmuş… İlçe belediyesine, temizlik elemanı olarak yerleştirmişti Mülayim’i.
Emekli tarih öğretmeni Mülayim Hoca, temizlik elemanı Mülayim olarak konfora doymuyordu artık.
* * *
Uzun kenar olma özelliğini yeni eşine kaptıran Mülayim Efendi, mülayim kişiliğinden dolayı duruma ses çıkaramıyor… Artan talepler ve yerine getiremediğinde katlanmak zorunda kaldığı “Dırdır” sebebiyle gittikçe bunalıyor... Kendini aslan gibi hissetmesini sağlayan eski eşini daha fazla özlüyordu artık.
Eziliyor… Üzülüyor… Ses çıkaramıyordu… Ta ki, tarih dersinden ödev hazırlayacak olan üvey oğluna yakın tarihimizi anlatmaya başlayana kadar. Ekmek karnesi uygulamasıydı ödevin konusu.
Sebeplerini… Yaşanılanları… Memura ayrı, vatandaşa ayrı fiyat uygulamasını detaylıca anlatmış… Nihayetinde, ikinci dünya savaşının sona ermesi, Almanların yenilerek teslim olmasının ardından karne uygulamanın sonlandırıldığını belirterek konuyu noktalamıştı.
Delikanlının, aynı günün gecesinde Alman milli takımının oynayacağı Dünya Kupası Elemelerini kastederek; “Almanya yine yenilse de, biz de şu karne uygulamasından kurtulsak…” esprisi, içinde yatan aslanı uyandırdı. Neticede, pek çok şımarık öğrenciyi hizaya sokmuş öğretmendi o, bir zamanlar…
Üvey oğlunun ardından eşi de nasibini aldı kopan fırtınadan. “Ev de sizin olsun, eşyalarda…” dedikten sonra sadece ceketini aldı. Tam kapıdan çıkmak üzereyken aniden geriye döndü ve üzeri yeni asılmış ıslak çamaşırlarla dolu olan askılığı bir tekmede devirdi. Uzun zamandır kendini hiç bu kadar huzurlu hissetmemişti. Nihayet henüz kiraya vermediği eski evine dönmek için yola koyuldu.
Eski mahallesine giriş yaptığında çalmaya başlayan cep telefonunu açıp açmamak konusunda bir süre tereddüt etti. Kayıtlı olmayan numaraya cevap verdiğinde, arayanın ilçe belediye başkanı olduğunu anladı.
- Mülayim hocam, dedi başkan. Elbette insanın ekmeğini kazandığı her iş kıymetlidir. Lakin biz düşündük ki; belediyemiz bünyesinde açılacak olan kurslarda öğretmenlik yapmanız, temizlik elemanı olarak çalışmanızdan daha verimli olur bizim için. Kabul ederseniz elbette…
Eski öğrencisi olduğu ortaya çıkan belediye başkanının bu teklifini düşünmeden kabul etti Mülayim. Neticede bir sürü borcun altına girmişti ve bu borçları ödeyebilmek için işe ihtiyacı vardı. Üstelik en sevdiği hatta tek sevdiği işi yapacaktı.
Sokak kapısının önünde yolunu kesen Bakkal Hikmet’e yaşadıklarını esefle anlattı. Anlatılanları dinleyen Hikmet;
- Sen üzülme Mülayim Hocam, dedi. Başka bir hanım buluruz sana.
- İki dakika bekler misin Hikmet, dedi Mülayim? İçeriden bir şey alıp geliyorum.
Az sonra, elinde askılık kurmak için kullandığı sopayla birlikte dışarı çıktığında başına gelecekleri anlayan Hikmet kendini dükkâna kilitleyerek dayak yemekten zor kurtuldu. Belli ki Mülayim’in öfkesi henüz sonlanmamıştı. Hipotenüs ve açıortayı güç birliği yapmıştı.
- Hikmetsiz Hikmet, diye bağırdı Mülayim Hoca. Bir daha bana zevce bulmaya kalkarsan, bu sopayı emekli eder… Askılık niyetine seni kullanırım.
Mülayim Efendi, yeni hikâyelerin kahramanı olmaya hazırdı artık…
Faruk Yılmazer